Abdülhamid'in gizli teşkilatı ve Teşkilat-ı Mahsusa ne zaman kuruldu?

Teşkilat-ı Mahsusa, Osmanlı Devleti'nin Millî İstihbarat Teşkilatı (MİT)'i olarak kabul edilir. TRT1'de yayınlanan Mehmetçik Kutül Amare dizisinde adı sık sık geçen Teşkilat-ı Mahsusa, aynı zamanda MİT'in atası da olarak görülen Teşkilatı Mahsusa, İttihat ve Terakkî Cemiyeti bünyesinde Enver Paşa tarafından tarafından kurulmuştur. Ancak bazı tarihçilere göre aslında Teşkilat-ı Mahsusa resmi olarak var olmayan bir kurumdur. Başka tarihçilere göre ise teşkilatı vardı ancak kayıtları bir şekilde yok edildi. İşte Teşkilat-ı Mahsusa'nın tarihçesiyle ilgili detaylar

Google Haberlere Abone ol
Abdülhamid'in gizli teşkilatı ve Teşkilat-ı Mahsusa ne zaman kuruldu?

Osmanlı İmparatorluğu'nun istihbarat toplama alanındaki modern çalışmalarının son dönemlerde başladığı bilinir. Bu alandaki ilk kuruluş olarak da Teşkilat-ı Mahsusa olduğu tarihçiler tarafından belirtilir.

Teşkilatı Mahsusa, Osmanlı Devleti'nin Millî İstihbarat Teşkilatı (MİT)'i olarak kabul edilir. TRT1'de yayınlanan Mehmetçik Kutül Amare dizisinde adı çok geçen Teşkilat-ı Mahsusa, aynı zamanda MİT'in atası da olarak görülen Teşkilatı Mahsusa, İttihat ve Terakkî Cemiyeti bünyesinde Enver Paşa tarafından tarafından kurulmuştur. Ancak bazı tarihçilere göre aslında Teşkilat-ı Mahsusa resmi olarak var olmayan bir kurumdur. Başka tarihçilere göre ise teşkilatı vardı ancak kayıtları bir şekilde yok edildi. İşte Teşkilat-ı Mahsusa'nın tarihçesiyle ilgili detaylar

Teşkilat-ı Mahsusa nedir, ne zaman kuruldu, tarihçesi nedir? Teşkilat-ı Mahsusa, yani diğer adıyla "Gizli Örgütlenme", Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde kurulduğu bilinen şu anki Milli İstihbarat Teşkilatı(MİT)'nın atası olarak kabul edilir. Bazı tarihçiler Teşkilat-ı Mahsusa'nın aslında var olmadığın ileri sürse de gizli bir örgütlenme olduğu için şimdiye kadar açık ve net belgeler olmaması doğal olarak karşılanıyor.

MİT'in resmi internet sitesi üzerinde Teşkilat-ı Mahsusa ile ilgili olarak şu bilgiler yer alıyor: 

1. İkinci Abdülhamid Dönemi (1880-1980)

İstihbarat Teşkilâtı (1880-1908) XIX. yüzyılın sonlarına doğru devlet istihbaratı geliştirilmiş, ancak özel çıkarlara hizmet veren bir araç haline getirilmiştir. II.Abdülhamid devrinde yaşanan iç ve dış olaylar, Abdülhamid'i Yıldız İstihbarat Teşkilâtı'nı kurmaya sevketmiştir. O hâtıratında, "Yabancı devletler kendi emellerine hizmet edecek kimseleri vezir ve sadrazam mertebesine kadar çıkarabilmişlerse, devlet emniyet içinde olamazdı. Doğrudan doğruya şahsıma bağlı bir İstihbarat Teşkilâtı kurmaya, bu düşünce ile karar verdim. İşte düşmanlarımın Jurnalcilik dedikleri teşkilât budur." ifadeleri ile bu teşkilâta neden ihtiyaç duyduğunu belirtmektedir. II.Abdülhamid'in teşkilât kadrosundan beklediği diğer bir husus, kendi tahtına yönelik komploları ortaya çıkarmaktı. Onun bu yolda yürüttüğü operasyonlar, sadece imparatorluğun içinde yapılmamış, Avrupa'da kendisine karşı gruplaşan Jön Türkler'in bulunduğu Paris, Londra, Brüksel, Cenevre ve Kahire gibi şehirleri de kapsamıştır.


 
Abdülhamid'in 33 yıllık yönetimine, İttihad ve Terakki Cemiyeti'nin Makedonya'da başlattığı hareket sonunda, 23 Temmuz 1908 tarihinde II. Meşrutiyet'in ilânı ile son verilecektir. İttihad ve Terakki yönetimi, ihtilâlden hemen sonra Yıldız İstihbarat Teşkilâtı'nı ortadan kaldırmak için harekete geçmiştir. Meclisi Vükelâ (Bakanlar Kurulu)'nın, Teşkilât'ın kaldırılmasına dair 29 Temmuz 1908 tarihli kararnâmesi ile Yıldız İstihbarat Teşkilâtı'nın faaliyetlerine son verilmiştir. II.Abdülhamid'in tahttan indirilmesinden sonra teşkilâta ait olan yüzbinlerce rapor (jurnal) saraydan alınarak yakılmıştır.

2. Enver Paşa ve Teşkilâtı Mahsûsa (1913-1918)

XIX. yüzyıl sonlarında, Osmanlı Devleti'ne karşı ayrılıkçı hareketlerin yoğunluk kazanması ve isyanların genişlemesi, istihbarat ve espiyonaj çabalarını da artırmıştır. Balkan Savaşı (1912-1913)'nın sonuna kadar, Osmanlı Devleti'nde geniş olarak istihbarat yapan gizli bir teşkilâta rastlanılmamaktadır. Balkan Savaşı'nın getirdiği kötü sonuçlardan sonra, Osmanlı İmparatorluğu gibi üç kıtaya hükmetmiş, çeşitli ırk ve mezhepte çeşitli milletleri idare etmiş bir devlet için gizli modern bir İstihbarat Teşkilâtı'na mutlak surette ihtiyaç olduğu artık anlaşılmıştır. Böyle bir teşkilâta 
sahip olma zaruretini düşünen, Harbiye Nazırı Enver Paşa olmuştur. İşte Enver Paşa tarafından, Osmanlı Devleti'nin siyasî birliğinin korunmasını sağlamak, ayrılıkçı hareketleri önlemek ve yabancı devletlerin Orta Doğu'daki istihbarat ve gerilla faaliyetlerine karşı koymak amacıyla kurulan İstihbarat Teşkilatı'na, "Teşkilâtı Mahsûsa" veya "Umûru Şarkiye Dairesi" adı verilmiştir. 

Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı (ATASE) arşiv belgelerine göre yapılan bir çalışmada, Teşkilâtı Mahsûsa'nın 17 Kasım 1913 tarihinde resmî olarak kurulduğu anlaşılmaktadır. Teşkilât'ın ilk başkanının Kurmay Binbaşı (bilâhare Yarbay) Süleyman Askerî Bey, ikinci başkanının Ali Bey Başhampa ve son başkanının da Hüsamettin Ertürk olduğu bilinmektedir.

TEŞKİLAT-I MAHSUSA HAKKINDA TARİHÇİLER NE DİYOR?

Teşkilat-ı Mahsusa hakkında tarihçiler farklı görüşler beyan ediyor. Onlardan biri de Murat Bardakçı. Bardakçı, 12.02.2012 tarihinde Habertürk gazetesinde kaleme aldığı, "İşte, ‘MİT’in atası’ denen Teşkilât-ı Mahsusa hakkında eldeki tek belge" başlıklı yazısında Teşkilat-ı Mahsusa hakkında şunları söyler: MİT’in tarihini araştıranlar, resmî istihbarat örgütümüzün “atasının” Enver Paşa’nın 1913’te kurduğu Teşkilât-ı Mahsusa olduğunu yazarlar. Ama, Teşkilât-ı Mahsusa’nın varlığı ve faaliyetleri bugüne kadar bilimsel şekilde araştırılmamış, hakkında yazılanlar bir efsane bulutu içerisinde kalmış ve abartmalar günümüze kadar devam etmiştir. İşte, Teşkilât-ı Mahsusa konusunda görebildiğim “tek” belgenin tam metni... ÖZEL yetkili savcı Sadrettin Sarıkaya’nın ifade vermeye davet ettiği MİT’in üst kadrosu davete icabet etmeyince haklarında yakalama kararı çıkartıldı ve devletin zirvesi karıştı. 

Ankara’da şimdi problemin çözümüne çalışılıyor, savcı soruşturmadan alındı ama yaşanan karışıklık siz bu yazıyı okuduğunuz sırada büyük ihtimalle hâlâ devam etmekte olacak. Türkiye’nin son dönem tarihinde şimdiye kadar örneği yaşanmamış olan bu olay bana istihbarat teşkilâtımızın geçmişini, özellikle de “MİT’in atası” olduğu iddia edilen Teşkilât-ı Mahsusa’yı hatırlattı... Teşkilât-ı Mahsusa hakkında bugün ortalıkta bol bol efsane ve söylenti vardır. İmparatorluğun son senelerinde her taşın altında Teşkilât-ı Mahsusa’nın bulunduğu anlatılır, meselâ 1915 tehcirinde bile en önemli işleri bu gizli teşkilâtın gördüğü, hattâ onbinlerce Ermeni’yi öldürdüğü bile iddia edilir. Üstelik bu kadarla da kalınmaz, Teşkilât-ı Mahsusa ideallerinin hâlâ hayatta, takipçilerinin de faaliyette olduklarına inanılır.

HEM VAR, HEM YOKTU

Teşkilât-ı Mahsusa ayrıntıları son derece ince düşünülerek hayata geçirilmiş, böylesine etkili ve etkisi bugünlere uzanabilecek kadar güçlü bir kuruluş mu idi? Bana sorarsanız, hayır! “Hayır” derken Teşkilât-ı Mahsusa’nın hiçbir zaman vârolmadığını söylemiyorum... Örgüt, İttihad ve Terakki’nin iktidarı tam olarak ele geçirmesinden hemen sonra, 1913 Kasım’ında Enver Paşa tarafından “Umûr-ı Şarkiyye Dairesi” adıyla kurulmuş ve başına Süleyman Askerî Bey getirilmişti, yani resmen mevcuttu. Bazı gözükara mensupları son derece tehlikeli operasyonlara da katılmışlardı ama Teşkilât son dönem Osmanlı tarihinde önemli bir rol oynamamıştı. Zira kuruluşu bile biraz fazla hayale dayanıyordu, meselâ çok uzaklardaki bazı memleketlerde, özellikle de nüfusunu Türkler’in ve Müslümanlar’ın teşkil ettiği ülkelerde “fantezi” sayılabilecek operasyonlar düşünmüşler ve çabalarının hiçbiri netice vermemişti. 

HAYALLERİN PEŞİNDE 

Hayallerin başında Ortaasya’daki Türkler’i Ruslar’a karşı ayaklandırmak, ayaklanmayı İngiliz hâkimiyetindeki Hindistan’a kadar yaymak ve bir “Türk-İslam devleti kurmak” düşüncesi vardı. Bu iş için Ortaasya’ya birkaç subay gönderilmiş ve bu subaylar Türkiye’ye ancak seneler sonra ve perişan vaziyette dönebilmişlerdi. Aynı başarısızlık Ortadoğu’da, Kafkasya’da ve Balkanlar’da da yaşandı ve istenen neticelerin hiçbiri elde edilemedi. Teşkilât-ı Mahsusa hiçbir zaman İngilizler’in Birinci Dünya Savaşı yıllarındaki meşhur istihbaratçısı Lawrence’ın yahut Almanlar’ın Orta Asya’yı birbirine katan Wassmuss’unun benzerlerini yetiştiremedi ve senelerce faaliyette bulunmaya çalıştığı memleketlerde güçlü bir istihbarat ağı da kuramadı. Bir “maceracılar grubu” olarak kaldı ve Enver Paşa bile Türkistan’da olduğu sırada Almanya’da bulunan hanımına ve öteki dostlarına yazdığı mektupları kendi eseri olan bu gizli örgüt vasıtası ile değil, Afganistan’ın diplomatik kuryeleri ile göndermeyi tercih etti. 

SADECE YÜCELTİLDİ 

Örgütün aslında ne olduğu ve neler yapmaya çalıştığı, sonraki senelerde Teşkilât-ı Mahsusa’yı esrarlı ve güçlü bir kuruluş şeklinde göstermek isteyenlerin yarattıkları yüceltmeye dayalı bir bilinmezlik bulutu yüzünden hiçbir zaman ortaya çıkmadı. Teşkilât-ı Mahsusa’ya ait olduğu ve askerî arşivlerde saklandıkları söylenen belgelerin hakikaten bulunup bulunmadıkları konusu bile ciddî şekilde araştırılmadı ve sadece bir söylenti şeklinde kaldı. Arşivlerde bir istihbarat kuruluşunun gizli faaliyetleri hakkında detaylı bilgilerin bulunması zaten sözkonusu olamaz ama meselenin bir başka tarafı daha vardı: O yıllarda faaliyette bulunmuş olan diğer memleketlerin, özellikle de Birinci Dünya Savaşı’nda çarpıştığımız ülkelerin harp yıllarındaki istihbarat faaliyetleri konusunda arşivlere dayanılarak yapılmış çok sayıdaki çalışmada yeralan raporlarda da Teşkilât-ı Mahsusa’nın bahsi geçmiyordu! Dolayısı ile, Teşkilât-ı Mahsusa hakkında bizde bugüne kadar yazılıp çizilenlerin neredeyse tamamı belgelere değil abartılı şekilde anlatılanlara, söylentilere ve efsanelere dayanılarak kaleme alındılar. “MİT’in, Enver Paşa’nın kurmuş olduğu Teşkilât-ı Mahsusa’nın devamı olduğu” iddiası da durmadan tekrar edildi.

İMHA MI EDİLDİ, BİLMİYORUZ

Bugün bu sayfada, arşivlerde Teşkilât- Mahsusa’nın faaliyetlerinden bahseden ve görebildiğim tek belgeyi yayınlıyorum. “Teşkilât-ı Mahsusa’nın bütün dosyaları kaldırılmıştır” şeklinde başlayan belgedeki “kaldırılma” ifadesinin örgüte ait evrakın imha mı edildiği yoksa güvenli biryerlere mi saklandığı konusunun ortaya çıkartılması, arşivlerde yapılacak ve çok gecikmiş olan ciddî araştırmaları bekliyor.

AŞAĞIDA tammetnini günümüzün Türkçesi’ne uyarlayarak verdiğimbu rapor, şimdi Türk Tarih Kurumu’nun arşivinde, Enver Paşa’nın kızkardeşi Hasene Hanım’ın oğlu olan ve 2000’de vefat eden rejisör Faruk Kenç’ten intikal etmiş belgeler arasında bulunuyor. İtalyan denizyollarına ait bir buharlı yolcu gemisinin antetli kâğıdına yazılmış olan ve üzerinde kime gönderildiği konusunda bir kayıt bulunmayan raporda, Teşkilât-ıMahsusa’nın İstanbul’un 1920’de işgalinden sonraki istihbarat faaliyetleri anlatılıyor. Japon tarihçiMasayuki Yamauchi’nin 1995’te bahsettiği bu raporun fotoğrafı ve tam metni de, burada ilk defa yayınlanıyor. 

KARMAKARIŞIK BİR RAPOR

İşte, üzerinde tarih ve nereye gönderilmiş olduğu konusunda bir kayıt bulunmayan, üslûbundan acele ile hazırlandığı anlaşılan ve her cümlesi tartışılabilecek olan raporda yazılanlar:

“1- Teşkilât-ı Mahsusa’nın bütün dosyaları kaldırılmıştır. 
2- Bütün hesaplar hataları inceleme komisyonundan seçilen heyet tarafından gözden geçirilmiş ve sonuç güvenli bir şekle bağlanmıştır. 
3- Harbiye Nezareti’nin örtülü ödeneğinden olup bakanlık veznesinden verilen paralar hakkında da sorular sorulmuş, cevap olarak bu gizli ödeneklerin Teşkilât-ıMahsusa ve diğer adı ile ‘Umûr-ı Şarkiyye’ görevinde kullanılan hesaba aktarıldığı bildirilmiş, sorulara tek tek ve ikna edici cevaplar verilmiştir. 
4- İstanbul’da Almanlar’ın, Rus Bolşevikleri’nin ve Bulgarlar’ın yüzbinlerce lira sarfetmelerine rağmen elde etmeyi başaramadıkları istihbarat şebekesi, eskiden olduğu gibi tarafımızdan ve hiçbir para harcanmadan ihya edilip tekrar düzenlenmiştir. İngiliz Genel Karargâhı’nın değişik şubelerine ve polis örgütlerine bize bağlı gizlimemurlar yerleştirilmiş, bu sayede İngilizler’in Anadolu’ya, Kürdistan’a ve Arabistan’a gönderdikleri kişiler, ‘Kızıl Hançer’ ile ‘Nigehban’ örgütleri ve padişah yanlısı Kuvâ-yı İnzibatiyyemensupları hakkında bilgi alınmıştır. Buralara daha önceden yollanmış olanlar hakkında BüyükMilletMeclisi’ne bilgi verilmiştir ve gidecek kişiler de bildirilecektir. 
5- Teşkilâtımızın Anadolu-Arabistan- Kürdistan bölgesine giden İngiliz casuslarınımeydana çıkarma başarılarının dışında, İngiliz teşkilâtını öğrenmek, Almanlar’ın, Bulgarlar’ın ve Bolşevikler’in Dersaadet’e yolladıkları temsilcileri, İngilizler’in kurmuş olduğu Doraga (“Dragon” olabilir) dostlarını göndermek ve düşmek üzere olanları haberdar ederek kaçırmak ve saklamak gibimuvaffakiyetleri de vardır. Ruslar’ın İstanbul’daki temsilcileri şu anda Albay Besenof, Almanya’nın temsilcisi ‘Umum Türkiye Alman İhtilâl İcra Komitesi Reisi’ unvânı altında faaliyet gösteren Prens Frederic Adolf, Bulgarlar’ın temsilcileri ise Albert Aydof Toşef, Radoslav Vudoglu, JorjMalinof ile Radoslav Vofer’dir. Bulgarlar, elçiliklerinin son günlerde İngilizler tarafından basılması üzerine dağılmış ve saklanmışlardır. 
6- Türkiye Komünist GenelMerkezi’ne bağlı olarak İstanbul’da Komünist Partisi Birinci Bölge İcra Komitesi olduğu gibi vilâyetlerde idare heyetleri, liva, kaza ve nahiye teşkilâtları da vardır. Üyelerinin ağırlıkmerkezini sandalcılar,mavnacılar, kayıkçılar, salapuryacılar, hamallar, amele, arabacılar ve celeplerle fabrikalardaki işçiler teşkil etmektedir. Bu işlerin başında da yine İttihadçılar vardır ve faaliyetlerini tamamiyle parasız olarak yapmaktadırlar. 
7- İstihbarat şebekemizmükemmel bir tarzda kurulmuştur. İngilizler’in tarafını tutan dernekler ile Hürriyet ve İtilâf Partisi yandaşlarının arasına, İngiliz Kurmay Heyeti’ndeki Nilson’un yanına, İngiliz Genel Karargâhı’nın 1., 2. ve 3. şubelerine, İtilâf Devletleri Polisi GenelMüdürü olan İngiliz albayı Bellar’ın nezdine, İngiliz Asayiş Şubesi’nin soruşturma ve takip müdürlükleri ile İstanbul, Üsküdar, Kadıköy, Beyoğlu ve Galata mıntıkasındaki İngiliz zabıta karakollarına ve kumandanlarına gereken kişiler yerleştirilmiştir. Böylelikle olup bitenlerin öğrenilmesi, Anadolu’ya ve Kürdistan’a gidip gelenlerin de önceden haber alınarak icab edenlere ihbar edilmesi imkânı sağlanmıştır”.
 

İLBER ORTAYLI BU KONU HAKKINDA NE DİYOR?

Ünlü tarihçi İlber Ortaylı ise 26.02.2012 tarihinde Milliyet gazetesinde kaleme aldığı, "Teşkilat-ı Mahsusa var mıydı?" başlıklı yazısında konuyu irdelemişti. İşte İlber Ortaylı'nın o yazısı: 

İttihat ve Terakki içinde Teşkilat-ı Mahsusa’nın kurulduğu, doğru dürüst belgesi bile ortaya konamayan bir faraziyedir. Murat Bardakçı 12 Şubat tarihli makalesinde MİT’in atası denen Teşkilat-ı Mahsusa’nın kuruluş tarihinin de gerçek anlamda bir devlet veya parti istihbarat teşkilatı olarak var olduğunun da tartışılabileceğini ileri sürdü. Burun kıvıranlar varsa, peşinen söyleyeyim ki ben de o kanaatteyim. Hiç şüphesiz ki Osmanlı devleti de daha evvelki İslam imparatorlukları da içte ve dışta istihbarat, gizli inceleme faaliyetlerini örgütlemiş, bunu bilhassa tüccar grupları ve posta hizmetleri aracılığıyla da başarmışlardır. II. Abdülhamid’in geniş jurnal faaliyeti bağımsız bir istihbarat teşkilatından değil, saray Mabeyn dairesinden ve Zaptiye Nezareti’nden geçerdi. Dış istihbarat ve ecnebi gazeteleri satın alma işini de sefarethaneler yürütürdü.

II. Abdülhamid istihbaratımızı olduğundan daha iyi gösterdi

İttihat ve Terakki iktidarının en sert yıllarında kullandığı silahşörleri doğrudan doğruya Talat ve Enver Paşa yönetirdi. 1913 yılında İttihat ve Terakki partisi içinde Teşkilat-ı Mahsusa’nın kurulduğu, doğru dürüst belgesi bile ortaya konamayan bir faraziyedir. 1913 yılı kasım ayında Enver Paşa’nın kurduğu Umur-u Şarkiye Dairesi Doğu İşleri Bürosu, Süleyman Askeriey başkanlığında resmi bir kuruluştu. Bu, harpte başarısız bir savunma yüzünden intihar edecek kadar fedakar asker gibileri hiç şüphesiz ki hem İttihat ve Terakki saflarında hem de orduda vardı. İstihbarat teşkilatı ise başka bir şeydir. Gerçi uzak Asya bölgelerinde dahi Rusya, Britanya, Hollanda ve Fransa gibi devletleri ürküten bir istihbarat faaliyeti vardı ve II. Abdülhamid Han bu gibi görevlileri ve faaliyetlerini olduğundan daha abartılı göstermeyi başarmıştır. Azmi Özcan dostumuzun da eserlerinde belirttiği gibi çoğu zaman Cava’daki Hollanda idaresi, Hint’te Britanya ve bilhassa Kafkasya’da Rusya sık sık bir alay konsolosumuzu bu gibi faaliyetleri yönelttikleri gerekçesiyle ‘Persona non grata’ ilan ederek dışarı yollamışlardı. Türkiye devletinin istihbarat teşkilatı şahsi başarıların dışında bir anane, bir eğitim olarak ne derecede sivrilebilmiştir, bunu tartışmak bizim bilgimizin dışına çıkar. Ama son krizde bu istihbarat faaliyetlerini toplumun tarihi ananesi içine oturtamadığımızı gösteren bazı noksanlar var gibi. Zaman ve olaylar zaruri bir olgunlaşmayı getirecektir. Çünkü istihbarat hizmetleri bilhassa bu bölgede devletler için hava ve su gibi vazgeçilmez bir gerçektir. Bence tarihçilerin açılmayan Cumhuriyet dönemi ve yakın tarih arşivlerinin düzenlenmesi ve açılması için talepte bulunmaları gerekir. Sonra araştırmaların yapılması söz konusu olmalıdır. Nihayet bütün örgütler gibi bu örgütlerin de iyi tanınması ve adli makamlarla olan ilişkilerin sağlam hukuki esaslar üzerinde düzenlenmesi kaçınılmazdır.

Türk karşıtı Avrupa’nın papası

Bu yıl Avrupa biraz gecikmeyle Papa XI. Innocente’nin 400’üncü doğum yılını kutluyor. Esas doğum günü 1611 yılının 16 Mayıs’ıdır. Milano büyük dükalığının içindeki Como’da doğmuştur. Avrupa hâlâ bu ismi saygıyla anar. Azizlik rütbesi olmasa da Vatikan’ın ölümünden çok sonra 1956’da kendisini ‘beatitud’ (ebedi ahret saadeti) rütbesiyle donattığı, yani tıpkı Polonyalı II. Jean Paul gibi yarı aziz olarak kutsadığı papalardandır.

Laiklik lafları bol bol edilse de, kiliseler eskisine göre boş kalsa da Avrupa’nın kimliği Hıristiyandır ve bu kimliğin merkezindeki portrelerin başında XI. Innocente gelir. Bugünün AB’si büyük toplantıları, önemli protokol imza törenlerini onun devasa sanat eseri heykelinin altında yapar. 1683 yılında Osmanlı orduları Viyana’yı kuşattığında birleşmesi hayal bile edilemeyecek Avrupa devletleri onun diplomasisi ile bir araya gelmişlerdi. Papa iyi bir diplomattı, bu vasfıyla Vatikan’a yakışıyordu. Ama daha çok iyi bir hukukçuydu, öyle yetişmişti ve bir banker ailenin banker oğluydu. Kiliseye kapandığı andan itibaren Rönesans papalarının aksine mutedil, mümkün mertebe az lüks, dindar bir hayat sürmüştür. Denebilir ki çağdaş bir papanın yaşam ve tutumunun ana hatlarını o oluşturmuştur. Ulusların ve laik hayatın doğmaya başladığı barok Avrupa XI. Innocente’yi çok gölgeledi. XIV. Louis’nin Fransa’da kilisenin üstündeki tahakkümüne ve regalia (krallık) haklarına karşı taviz vermek istemiyordu ama ‘Güneş Kral’ onu dinlemedi bile. Papa bu gerilemesine rağmen XIV. Louis, Polonya kralı III. Jan Sobieski ve Alman imparatoru, Avusturya arşidükü I. Leopold arasında ittifak teşkil etmekte şaşılacak derecede başarılı oldu. Bu ittifak genişledi; herkese düşman kuvvetlerden Rusya ve Venedik dahi ittifaka girdi.

Akraba kayırmaya şiddetle karşıydı

Ama 1699 Karlofça Antlaşması sırasında Osmanlı’ya karşı kurulan mukaddes Liga devletleri yanında bir devlet daha vardı: İran. Osmanlı İmparatorluğu’nun ise tek müttefiki İsveç’ti. Demek ki dünya değişiyordu; değiştiren sadece Papa XI. Innocente değildi. O bu değişikliğe kısmen uymayı bilmiştir.
Papa Barok devrin ruhani lideriydi. Entelektüeldi, kilisenin yönetiminde nepotizme yani ahbap-akraba kayırıcılığına şiddetle karşı durmuştu. Avrupa hükümdarlarının milli haklarına karşı çıkarken çok başarısızdı, anlayışsızdı ama Avrupalıları kendi dışlarındaki Türklere karşı birleştirmekte çok etkiliydi.
Papa, Viyana kuşatmasındaki Türk ricatından sonra 1686’da Buda’nın da düşüşünü de gördü. Ama Türk imparatorluğu 16 sene savaşmakta direnç gösterince nihai zaferi göremedi. 1699 Karlofça

Antlaşması’nda Hıristiyan ve Müslüman dünya, Roma hukukunun ilkeleri etrafında diplomasilerini yürüttü. Avrupa birbiriyle didişmeye ve Fransa’nın yaptığı gibi kısmen Türklerle ittifaka devam etti. Bugünlerde Roma’da benim de katıldığım XI. Innocente sempozyumunda gözlemlediğim husus; Avrupa düşüncesinin iyi bir tarihçi tekniğe sahip olsa da eski dünya görüşünden çok uzaklaştığını görmek mümkün değildir. Tarih mi hayatı öğretiyor yoksa gelişen hayatı göremeyenler mi kendilerine göre tarihe sığınıyor, değerlendirmesi zor.

Sonhaberler.com

Yorumlar