Mustafa Denizli: Ben ülke futbolu için varım
Türk futbolunun tecrübeli teknik adamlarından Mustafa Denizli, 360’da yayınlanan “Centilmenler” programında yaptığı açıklamada, Azerbaycan’da çalıştırdığı Lankeran takımından Süper Lig’e, İran’dan Almanya’ya kadar geniş bir futbol söyleyişi yaptı.
Türk futbolunun tecrübeli teknik adamlarından Mustafa Denizli,
360’da yayınlanan “Centilmenler” programında yaptığı açıklamada,
Azerbaycan’da çalıştırdığı Lankeran takımından Süper Lig’e,
İran’dan Almanya’ya kadar geniş bir futbol söyleyişi yaptı.
Türk futbolunun önemli isimlerinden biri olan Denizli, 360’da
yayınlanan programda Emre Can’ın sorularını cevapladı. İşte Mustafa
Denizli’nin açıklamalarının detayları:
Mustafa Denizli tercihlerini neye göre yapıyor? Kariyer planlaması
endişesi taşıyor musun?
Huzuru buluyorsun, kaybediyorsun. Başarıyı buluyorsun bir sene
sonra yakalayamıyorsun. Neticede bir çalışma arzusu var ve bu
çalışma arzusunun karşılığında şu standartlar olacak diye bir ön
yargım yok. Beşiktaş’ta, Fenerbahçe’de çalışırken oradan Kocaeli,
Manisa ve Rize’ye de gittim.. Milli Takım sonrasında başka bir yer.
Bunlar benim açımdan herhangi bir şekilde sorun teşkil etmiyor.
Zaten sorun teşkil etse bir çalışma gerçekleşmez. Zaman zaman
diyorlar hocam bir kariyer endişen olmaz mı? Neden kariyer endişem
olsun. Bunların hepsi çok onurlu çalışmalar. Başka türlü bu
çalışmaları bir sıralama içinde değerlendirecek olursan bazı
haksızlıkları da gündeme getirmiş olursun. Benim çalışma şartları
ve yaşantımdaki en önemli hadise mutlu olur muyum olmaz mıyım?
Başarılı olursun ya da olmazsın o ikinci planda. Zaten mutlu
olduğuna inandığın bir yer varsa başarı orada vardır.
20 sene evvel yaptığım bir çalışmayı sen dün gibi
hatırlayabiliyorsun oradaki Almanlar da unutmuyor. Orada gidip 8
hafta 8 galibiyet aldığın zaman hangi lig hangi takım olursa olsun
gündem oluşturur. Bugün bu grafiği PTT 1.Lig’de de yaşasan bir alt
ligde de yaşasan bunlar hep gündemdir. Önemli olan kendini nerede
hissettiğin. Ben kendimi nerede hissediyorum? Toplumun,
insanlarımızın beni farklı bir yerde hissetme şansı var mı? Yok.
Dolayısıyla burada yaptığın çalışmalar hep bir odak oluşturur.
Geçen yıl ben Çaykur Rizespor’da çalışmaya başladığım zaman Türk
futbol kamuoyunun önemli bir bölümünün gözlerini oraya çevireceğini
ve bir takibin içinde olacağını bilmiyor muydum? Çaykur Rizespor’da
bu çalışmayı yapmak zor ve riski. Dışardan bakıldığında Mustafa
Denizli bunları, bunları yapmış, burada bir terslik olursa ne olur?
Hayır olmaz. Ben önceki dönemlerdeki çalışmalarımdan farklı bir
görüntü ortaya koyar mıyım diye bir endişe taşımam. Bir teknik adam
başarıyı ve başarısızlığı yaşamadığı zaman onun mutluluğunu da
hüznünü de tam olarak hissedemez.
3 Büyük takımı da çalıştırdın. Anadolu’ya gittiğinde gündüz ve gece
gibi bir fark oluyor mu? İmkanlar açısından bir fark var mı? Yoksa
artık hepsi birbine yaklaşmış durumda mı?
Gündüz gece farkı olmaz ama sabah akşamüstü farkı oluyor. Bunların
tarihlerinden, konumlarından, hitap ettiği topluluklardaki
sayılarından, medyadaki ilgilerinden, finansal yapılarından
Türkiye’nin sadece yakın tarihinde değil geçmiş tarihinde de yer
almalarından ötürü farklar oluyor. Bunların hepsinin bir sebebi
var, hepsinde bir tarih yatıyor. Türkiye Cumhuriyeti daha 80
küsürleri yaşarken bu kulüplerimiz 100 yılı devirmiş. Dolayısıyla
bu farklılıkların oluşması doğaldır. Allah’a şükür diyorum ben
bütün bu kulüplerde görev yaptım, mutluluklar üzüntüler yaşadım.
Tüm bunları yaşadıktan sonra artık benim Rize’de, Hakkari’de
çalışmamın bunlarla hiçbir şekilde bir araya getirilemeyeceğini
biliyorum. Ben nerede çalışırsam çalışayım bu odaklaşma devam eder.
Hatta benim kendi içimde yaşadığım toplumsal hizmet projesi
bakımından Güneydoğu’da, Doğu’da bir 2. Lig veya 3. Lig takımının
başında olurum. Hatta bu çalışmalarım açısından beni en çok mutlu
eden çalışma olur. Benim asla bir kariyer korkum olmaz. Kariyerimi
ben herhangi bir lobi desteği ile yapmadım, 40 yılımı verdim.
Çalıştığım yerler geçtiğim yollar bellidir. Bütün bunlar zaten
toplumla yaşadığımız şeylerdir. Ben 37 yaşında Galatasaray gibi bir
camianın başına geçtim, yıllarca hizmet ettim. Oradan çıktım
Fenerbahçe gibi büyük bir camiaanın başına geldim, hizmetimi
verdim. Son olarak aa çocukluk aşkım olan takımda (Beşiktaş)
çalıştım. Bu çalışmaların tamamındaki heyecan aynıdır. Burada bir
şeyi kendime en fazla övünç payı çıkarıyorum. Burada yaşadığım
şampiyonluklar önemli değil, bu camialar tarafından kabul görmek
benim için en büyük artı puandır. Bu kadar fanatizm manasında
birbirinden ayrışmış 3 camiadan kabul görüyorsan bu ne bir
şampiyonlukla ölçülür, ne daha büyük başarılarla ölçülür. Benim
için en büyük başarı bu camiaalarda kabul görmektir.
Senin gibi bir teknik adamın bir takımın başına gelirken
transferleri ben yaparım ya da şunları alırsanız başarılı olurum
diye bir talebi oluyor mu ? Yoksa ben mevcut duruma bakayım mevcut
kadro beni tatmin ederse başarılı olurum yoksa olmam mı ?
Bütün bunları değerlendirme şansın var, yani bu teklifler yapıldığı
zaman kadronun yapısı göz önündedir, senin bildiğin bir kadrodur.
Burada neler olabilir, devam edeceğim maratonda kimlerle
yürüyebilirsin bunu tespit edersin. Ben transfer yapmam, transfer
başka birimlerin işidir. Ben sadece düşündüklerimi paylaşırım.
Transfer başka birimlerin işidir. Ben bir futbolcuyla bir menejerle
bunları asla konuşmadım konuşmam. Bu yönetimin işidir. Ben kadromu
oluştururken bütün olasılıkları, bütün kriterleri göz önünde
bulundurarak bir kadro oluştururum. Mevcutlarla ve takviye
olacaklarla. Takviye olacakları yönetime bildiririm ve şunu
söylerim; “bunun için bu futbolcu için benim önerdiğim maddi değer
budur, bunun üstünde bir yatırım yapmayın, mümkünse bunun altında
kulübün menfaatine olacak şekilde bitirirseniz sevinirim”
derim.
İran’da senin keyifli bir başlangıcın vardı. Sonra bir döndün bir
daha gittin tekrar döndün. Neden kaynakladı? Oralarda kurumsal yapı
olmamasından mı?
İki talihsiz olay beni buraya getirdi. İlk dönüşümde ağabeyim
rahatsızlanmıştı. Burada olmak mecburiyetindeydim, ağabeyim bize
babam öldükten sonra babalık yapmıştı. Onun bu durumunda ben orada
kalamazdım. Ağabeyim rahmetli olduktan sonra orada sezon
başlamıştı. İran’dan döndükten sonra 8-9 aylık dönemde ağabeyimi
kaybettim. Çok istiyorlardı İran’a dönmemi ama ben ailemle vakit
geçirmek istedim. Sonra Beşiktaş çalışmam başladı. Sonra İran’a
tekrar gittim. Geçtiğimiz yıl eşimim babası biz zaten giderken
rahatsızdı ancak rahatsızlığı daha da ilerledi. Eşim büyük sıkıntı
çekiyordu. Kız çocuklarının babasıyla ilişkilerini biliyorum. Bunu
onlara anlattım, benim beynimin yarısı orada yarısı burada olamaz
dolayısıyla benim orada olmam lazım dedim, ikinci dönüşüm de böyle
oldu. Yani ikisi de sağlık sorunlarından ötürü. Tabii ki İran’da
oturmuş bir kurumsallık yok fakat benim için orada bunların çok
fazla bir önemi yok. Benim orada durumum şu; örneğin ben
Galatasaray’ın hocasıyım bir Fenerbahçe maçına çıkıyorum sahaya
çıktığım zaman önce beni Fenerbahçe tribünleri çağırıyordu. Öyle
bir ortamım vardı, çok güzel bir ortamdı. Bu benim için çok güzel
bir çalışmaydı. Ben o dönemde İran’la ilgili anılarımı anlatırken
bu güzelliklerden bahsettim. Bu benim bireysel katkı sağlayacağım
bir kültür kaynağıydı. Futbol ve başarılar kadar bunlar da
kazanç.
Almanya’da çok fazla İranlı futbolcuya rastlıyorum. Avrupa
futbolunda çok İranlı futbolcu var. Türkiye’de yok. Bunu anlamakta
zorluk çekiyorum.
Benim iki tane oyuncum, biri La Liga’da oynadı, biri Premier Lig’de
oynadı. Yıllarda kaptanlık da yaptılar. Almanya’da yetişip şu anda
İran Milli Takımında oynayan, Premier Lig’de oynayan futbolcularda
var. Körfez ülkelerinde, Dubai’de falan da 20’nin üstünde İranlı
futbolcu var. İran Milli Takımıyla biz bugün karşılaştırırsak kafa
kafayayız. İyi futbolcular var ama orada kurumsallık,
profesyonellik yok. Buradaki gibi Lig Tv’nin kulüpler ve futbol
ortamı için sağladığı imkanın yüzde biri yok buna rağmen ayakta
duruyorlar. Orada kulüplerin bir kısmı şahısların kulübüdür.
Bazıları da devletin organize ettiği kulüplerdir. Pas emniyetin
kulübüydü, Persapolis ve İstiklal yönetimlerini devletin atadığı
kulüplerdi. Persapolis’in seyirdi ortalaması 65 bin civarıydı. Çok
keyifli bi futbol ortamı vardı. Bu yıl da benim için profesyonel
manada bakıldığında çok cazip teklifler geldi. Bir çok
kulübümüzden, 6-7 tanesi camiamızdan geldi.
Senin böyle diğer kulüpleri de çalıştırman aslında Anadolu
takımlarına da cesaret veriyor. Çünkü biliyorsun ki Türkiye’de
belli hocaların kapısından bile uğrayamazsın. İsim vermeye gerek
yok, “ben orada mı çalışacağım” diye düşünen tipler. Ama senin
böyle paketinden her renk olduğu için kapını çalmakta hiçbiri
sakınca görmüyor. Bu çok güzel bir şey.
Ben bunlarla çok karşılaştım ve üzüldüm. Başkan diyor “hocam biz
konuştuk ama gelemedik, teklif edemedik”. Eğer o izlenimi
veriyorsam bu beni çok üzüyor. Bu artı bir puan değil, ben bu ülke
futbolu için varım. Benim geldiğim yer İzmir. Geldim Galatasaray’da
bu mesleğe başladım. Bütün çıkışlarımı bu camiada yaptım ama bütün
bunların ucunda bir tek amacım vardı, bu ülkeye hizmet, bu ülkenin
neresinde olursam olayım hizmet etmek.
Bizim İzmir’de olduğumuz dönemlerde Altınordu, Karşıyaka, Göztepe,
İzmirspor ve Altay vardı. Şimdi bunlar ne oldu?
Profesyonel lig ilk oynanmaya başladığında 3 şehirde oynanıyordu. 5
İzmir, 5 Ankara, 6 İstanbul takımı vardı. Ama bütün bunların hepsi
bir şehrin içinde bu rekabeti yaratacak ortamı maddi olarak
buluyorlardı. Futbolda harcamalar bu kadar fazla değildi, kendi
yağında kavrulabiliyorlardı. Bu kendi yağı dediğimiz, yönetimlerin
sağladığı imkanlar. Cebinde günün parasıyla 300 bin lirası olan bir
kulübü yönetebiliyordu. Benim Altay’da oynadığım dönemde 18 yılda
kazandığım para 1 milyonu bulmamıştır o günün parasıyla. Ben en
yüksek transferimde 200 bin lira almıştım.
Türkiye ligine dağıtılan para Avrupa’nın 6. büyük parası ama başarı
olarak bunu konuşamayacak durumdayız. Buradaki paranın karşılığını
bu takımlar neden almıyor?
Futbol ortamı bir iddia ortamıdır. Futbol ortamının en önemli
figürlerinden bazıları teknik adamlardır, bazıları yöneticilerdi,
bazıları futbolculardır. Bu futbol ortamının içerisinde bir
heyecan, bir çekişme, bir yarışmayı ortaya çıkarmak lazım. Türkiye
bir korkaklar ülkesi. Bir takımın başında bulunan insanlardan çok
zor iddialı kelimeler duyuyorsun “ya olmazsa” diye. Halbuki futbol
ortamı bu çizgiyi hep arayan bir iddia ortamıdır. Biraz evvel
İran’da bahsettiğimiz olayın altında bu futbol anlayışı yatıyor.
İranlıların büyük sempati duyma sebebi bu futbol anlayışıydı. Ben
başarıyı da bu futbol anlayışıyla buldum. Futbolculuğumu benim için
antrenörlük yaşamına taşıdığım dönemler oldu. Antrenörlük
kurslarından sen de, ben de aynı derecelerle mezun olabiliriz, bizi
farklı kılacak olan diplomalarımızın derecesi değildir. Bizim
kişiliklerimizi vizyonumuz, ufkumuz, hayat görüşümüz ve yaratabilme
imkanlarımızı zorlayabilmektir. Yaratmaktan kastım bir oyun
anlayışı yaratabilmek, bir futbolcu figürü yaratabilmek yani senin
oynadığın belirli bir bölge var acaba ben daha iyisini yapabilir
miyim, bunu aramaktır. Bütün bunların yanı sıra bir ekip nasıl
yaratılır, bunu aramaktır. Galatasaray’da ilk çalışma yılımda 37
yaşındayken benim kontratım devam ediyordu. Benim teknik adamlığa
başlayışım da uzun bir hikaye. Genç takımda hoca olarak başladım.
Yardımcı antrenörlük istemedim. İviç’in yardımcı antrenörü olarak
başladım. Kendisi bana futbolculuğu bıraktırdı, jübilemi yaptım.
Sezonun açılmasına kısa bir dönem kala Benfica ile anlaştı, bizi
yarı yolda bıraktı. O ayrılınca ben açıkta kaldım. Kim gelecek
takımın başına belli değil. Yönetim kurulu “takımı kampa sen götür”
dedi. Ali (Uras) ağabey Başkan o zaman, “ben götürmeyeyim” dedim.
Ortada kaldım, şunu düşünüyorum, yurt dışından gelecek adam
ekibiyle gelirse kamp dönemimden sonra açığa alınırsam bunu
kaldıramam, hırslı bir insanım. Yönetime dedim “Ben kampa gitmek
istemiyorum. Ya bana genç takımda görev verin ya da İzmir’e
döneyim”. Genç takımda başlama fikrimi kabul ettiler, ondan aylar
sonra ben yardımcı antrenörlüğe başladım.
Azerbaycan’da futbol nasıl, onu biraz anlatsana...
Azerbaycan futbolda çıkış arayan ve bunun için de her türlü ortamı
yaratmaya kendini adamış bir ülke. Azerbaycan’da Türk futbolunun
70’li, 80’li, 90’lı 2000’li yıllarını görmek mümkün, yani bu 4
aşamayı da yaşıyor şu anda. Hatta 2020’yı, 2025’i de yaşıyor. Öyle
statlar yapıyorlar ki, şu an 65 bin kişilik bir stat yapıyorlar,
muhteşem bir şey. Ama daha organizasyon aşamasındalar. Kaliteli
futbolcuları var mı? Var. Lig ilgisi normal diyebiliriz ama Avrupa
Kupalarına katılan Azerbaycan takımlarına inanılmaz bir destek var.
40 bin, 50 bin ile grup elemelerinde oynuyorlar. Bir de gruplardan
çıktığını düşünürseniz ülke futbol heyecanını uluslararası başarı
olarak görüyor. Benim takımın şu anda 8. Sırada. Biz ilk 3’e
girersek Avrupa’ya gitme şansı yakalarız, bu harika olur. Ben
gittiğimde 15 maç oynanmıştı, 3 galibiyeti vardı. Bu iyi bir grafik
değil. Ben gittiğimde bizim de çok sevdiğimiz bir insan, Toshack
vardı takımın başında. Biz son 3 maçımızda 7 puan aldık. Bir kupa
maçı oynadık ve üst tura geçtik. 4 maçlık iyi bir seri yakaladık.
Böyle devam edebilirsek başarı gelir. Bizi Avrupa’ya götürecek 18
maçlık bir süreç var önümüzde. Her 4 maçı 10 puan ile geçersen
Avrupa’yı yakalayabilirsin. Her ligde takımların yukarı çıkan ve
aşağı inen grafikleri vardır. Biz başlangıçta eğer bu grafiği
yukarı başlayıp devam ettirirsek bunu başarabiliriz ama tabii ki
puan farkı var.
Türk futbolunun ilk yarısını nasıl değerlediriyorsun?
Biraz evvel bahsettik, Lig Tv’nin ve sponsorların ülke futboluna
gerçekten büyük destekleri var. Mesela bu sene oynanan bir
Fenerbahçe ve Beşiktaş maçı var. Haftada 8-9 tane maç oynanıyor.
İki tanesi böyle olsa yeter. Fakat bulamıyorsun, o iki bile
çıkmıyor. Futbol dediğin bu heyecanı, bu görsel anlayışı ortaya
koyuyor. Kaleciler başarılı üçer gol olmuş, forvetler başarılı üçer
gol olmuş, defanslar başarılı üçer gol olmuş, üçer gol kaçırılmış.
Böyle bir futbolun olduğu bir ülkede bu yatırımların hepsi helal.
Maddi karşılığını bulması lazım ki daha büyük yatırılmlar gelsin.
Futbolu kemiren kurdun adı korku, kaybetme korkusu. Kaybetmeme
üzerine herhangi bir strateji yapamazsın geliştiremezsin.
Kazanamıyorsan kaybetme diye bir felsefe olmaz. Bu ancak kupada
olur. Her maç sonrası kazanamıyorsan kaybetme demek bir başarı
değil. Bir maç kazanıp 2 maç kaybeden teknik adamla, 3 maç berabere
bitirmiş aynı puana sahip adama bakış açısı değişir. 3 maç berabere
kalan başarılı gözükür 2 maç kaybeden başarısız gözükür ama
neticede ikiside aynı puandadırlar. Bu kaybetmeme korkusunun
insanlar üzerinde yarattığı etki.
Tayfun Korkut hakkında neler düşünüyorsun?
Tayfun imzayı atarken ben evimde bir röportajdaydım, gelen
arkadaşlardan bir tanesi dedi Tayfun Korkut şu an Almanya’ya teknik
direktör oldu. Kendisini aradım kutladım, çok mutlu olduğumu
söyledim. Kendisi de benimle ilgili düşüncelerini söyledi. İnşallah
çok başarılı olacak. Tayfun’un başarılı olması buradan yeni
Tayfun’ların oraya gitmesi demek. Ben Türkiye’ye dönerken içimde
bir uhte kaldı. Keşke kalsaydım bu kapıları ardına kadar açsaydım
ama Alp Yalman’a verdiğim bir söz beni Almanya’dan geri döndürdü.
Seçimleri başkan adayı olarak kazanırsa döneceğimi söylemiştim.
Tayfun bunu başarabilir, herkes bunu başarabilir. Bunu başardıkları
anda bilsinler ki arkalarında 3-4 tane yeni gelecek, bu mesleğe
heyecanla giren arkadaşlarına da bu kapıyı açacaklar. Onun için ben
Tayfun’un özellikle başarılı olmasını istiyorum çünkü örneklerimiz
çok az. Ben Azerbaycan’a giden ilk teknik adam olmadığım için benim
çok fazla bu manada bir önemim yok ama başarılı olursam tabiki
benim arkadaşlarım, kardeşlerim de orada ilgi görecek. Biz başarmak
mecburiyetinde olan insanlarız, kendi insanımız için kendi ülkemiz
için başarmak mecburiyeti taşıyan insanlarız. Bu sorumluluğu
mutlaka ortaya çıkartıp bu misyonu başarıyla tamamlamamız
lazım.
CİHAN
Yorumlar