Bilal Kısa: Her inişin bir çıkışı var
Fenerbahçe'nin altyapısından yetiştikten sonra 1. Lig'de mücadele edip Süper Lig'e dönüş yapmış ve Malatyaspor'daki performansıyla 2006'da ilk kez A Millî Takım'a seçilen Bilal Kısa en mutlu yılını yaşadı.
Fenerbahçe'nin altyapısından yetiştikten sonra 1. Lig'de
mücadele edip Süper Lig'e dönüş yapmış ve Malatyaspor'daki
performansıyla 2006'da ilk kez A Millî Takım'a seçilen Bilal Kısa
en mutlu yılını yaşadı.
İlk kez 2006 yılında giydiği milli formayı o günden sonra tekrar
giyebilmek için tam 7 yıl beklemek zorunda kalan Bilal Kısa, "Her
inişin bir çıkışı var." diyerek geldiği noktadaki mutluluğunu dile
getirdi. Ankaraspor'un küme düşürülmesiyle birlikte yaşadığı zorlu
dönemlerin kendisini tekrar bir alt lige ittiğini de belirten Bilal
Kısa, tekrar ayağa kalkmasını bilip "en büyük gurur" olarak
tanımladığı A Millî Takım'a yeniden yükselmeyi başardığı için mutlu
olduğunu söyledi.
Türkiye Futbol Federasyonu Basın Departmanı'nın hazırladığı TamSaha
Dergisi'nden Aydın Güvenir'e konuşan Bilal Kısa, bu yükselişindeki
en büyük etkenleri zamanında kendisine inanan Karabükspor ve
Akhisar Belediyespor ile "Abi gibi" diye tanımladığı Hamza
Hamzaoğlu olarak gösteriyor.
İşte Bilal Kısa'nın TamSaha Dergisi'ne verdiği röportajın
detayları:
Fenerbahçe'de oynama şansı bulamasan da bu takımın altyapısından
yetiştin. O altyapıdan yetişmek sana neler kattı?
Benim gençlik dönemimde dört büyükler, Bursaspor ve Gençlerbirliği
gibi takımların altyapısından yetişmek avantajdı. Fenerbahçe'de 3
yılım geçti. Genç takım ve PAF takımdan sonra bir süre de A takımla
antrenmanlara çıktım. A takıma ilk yükseldiğim zaman takımın
başında Mustafa Denizli vardı. PAF takımda oynarken A takımla
yaptığımız bir çift kale maçtan sonra performansım beğenilince A
takıma alınmıştım. Sadece bir resmi maçta oynama fırsatım oldu.
Tabii ki gelişimim açısından Fenerbahçe'nin altyapısından
yetişmemin katkıları olduğunu söyleyebilirim.
Fenerbahçe'nin altyapısından yetişen ve seninle aynı kaderi
paylaşan bir diğer oyuncu da Olcan Adın. Onunla yaptığımız
röportajda, "Fenerbahçe'de oynamadan geçirdiğim yıllar benim için
kayıp oldu. O dönemde bir Anadolu takımına gitseydim şu an çok daha
farklı bir konumda olabilirdim" demişti. Sen de bu görüşte
misin?
Fenerbahçe'de bu sorun yıllardır var maalesef. Son yıllarda
Fenerbahçe'de Semih Şentürk dışında altyapıdan çıkıp da düzenli
oynama şansı bulan bir futbolcu yok. Beşiktaş ve Galatasaray'ın bu
konuda daha başarılı olduğunu söylemek mümkün. Bu takımların
altyapısından yetişip A Millî Takım'a yükselen oyuncular
bulunmakta. Bunun sıkıntılarını ben de yaşadım. Tabii ki biz de o
dönemde yeterli tecrübeye sahip değildik. Şu anki durumumla o
zamanki durumum çok farklı. Genç futbolculara daha fazla destek
verilmesi gerektiğini düşünüyorum o yüzden. Belki o dönemde bana
daha çok fırsat verilseydi, uzun yıllar Fenerbahçe'de top koşturma
şansım olurdu. Fırsat çok fazla gelmeyince ben de oynayabilmek için
kulüpten ayrılmak durumunda kaldım.
AYKUT KOCAMAN BANA ÇOK ŞEY KATTI
Kariyerinde oynadığın takımlara baktığımız zaman Süper Lig'den bir
alt lige transfer olup sonra tekrar bir Süper Lig takımına dönüş
yaptığını görüyoruz. Bunun başlangıcı Fenerbahçe'den İzmirspor'a
geçişinle oldu, daha sonra da Malatyaspor'a geri döndün…
İzmirspor'da düzenli olarak oynama fırsatı bulduğum için
profesyonel futbol hayatıma asıl burada başladım diyebilirim.
2003-2004 sezonunda bu kulüpte forma giydim. Benim için çıkış
noktası o sezon oldu aslında. Orada beklediğim desteği bulunca iyi
bir sezon geçirdim ve sezon sonunda Süper Lig'de mücadele eden
Malatyaspor'a transfer oldum ve dediğiniz gibi Süper Lig'e dönüş
yaptım. Malatyaspor'a transfer olduğum zaman takımın başında Aykut
Kocaman vardı. Aykut Hocanın gençlere önem ve forma şansı veren bir
teknik direktör olduğunu biliyordum. Burada geçirdiğim dönemde de
Aykut Kocaman'ın bana çok şey kattığını söyleyebilirim.
Malatyaspor'daki yükselişinle beraber 2006'da kariyerinde ilk kez A
Millî Takım'a seçilmiştin. O dönemde de teknik direktör yine Fatih
Terim'di…
Fatih Hoca A Millî Takım'ın başına geldiği zaman ben de Ümit Millî
Takım'da oynuyordum. Ümit Millî Takım'ın başında Reha Kapsal vardı
o dönem. Fatih Hocanın Ümit Millî Takım'dan A Millî Takım'a
alınacak oyuncular listesinde ben de vardım. Aslında daha önce de
çağrılacaktım ama Reha Hoca, Ümit Millî Takım'ın da o dönemde
önemli maçları olduğundan ötürü bir süre daha burada kalmamı
istemişti. Bunun ardından sezon sonunda Almanya'daki 15 günlük
hazırlık kampına çağrıldım. Estonya maçında da sonradan oyuna dâhil
olarak ilk kez A millî olma mutluluğuna eriştim.
2009-2010 KARİYERİMDEKİ EN KAYIP SEZON
İlk kez A millî olma heyecanını yaşadıktan sonra Ankaraspor'a
geçtiğini görüyoruz. Orada uzun bir süre forma giydin ancak önemli
sakatlıklar da yaşadın değil mi?
O sezon başında Aykut Hoca Ankaraspor'la anlaşmıştı. Malatyaspor da
küme düşmüştü ve bana gelen transfer teklifleri vardı. Yine Aykut
Hocanın beni istemesiyle Ankaraspor'dan gelen teklifi kabul ettim.
Orada yaklaşık üç sezon forma giydim. Futbola ara vermem
sakatlıklardan çok Ankaraspor'un bir alt lige düşürülmesi ve
kulübün kapanmanın eşiğine gelmesi nedeniyle oldu. Orada bir
istikrar yakalamıştım ve düzenli olarak da forma giyiyordum, üç
sezon da bu şekilde devam ettim. Ancak 2009-2010 sezonu başlarında
bu bahsettiğim olaylar olunca kulübün tüm futbolcuları olarak bir
süre açıkta kaldık. Daha sonra da oyuncuların büyük bir kısmı
Ankaragücü'ne transfer oldu. Ben de bu geçiş yapan futbolcular
arasında yer aldım. Ancak ortaya ilginç bir durum çıkmıştı. Biz
Ankaragücü'ne geçiş yaptığımızda zaten takım kadrosunda 25 kişi
vardı. Üzerine 20 kişilik bir ekip de dâhil olunca takımın kadrosu
45 kişiye yükseldi. Futbolcular için kaos gibi bir ortamdı
kısacası. Üzerine bileğimde stres kırığı meydana geldi o sezon.
Zaten kulüp kapanmanın eşiğine geldiği için yaklaşık 3 ay top
oynayamamıştım. Üzerine Ankaragücü'ne geçtiğimde yaşadığım bu
sakatlık da eklenince 3 ay daha topla buluşamadım. Böylece o sezon
yaklaşık 6 aylık zamanım boşa gitti. Üstelik sezona da iyi
başlamıştım aslında ancak sonu çok kötü oldu. Bu nedenle 2009-2010
sezonunu kariyerimdeki en kayıp sezon olarak belirtebilirim.
Fenerbahçe'de olduğu gibi yine çeşitli nedenlerle oynayamadığın bir
sezondan sonra bir alt lige geçiş yaptın. Bu sefer adres
Karşıyaka'ydı.
6-7 yıldır Süper Lig'de forma giyerken tekrardan bir alt ligde top
koşturacak olmak olumlu bir şey değildi tabii ki benim için. Sizin
de dediğiniz gibi yeniden bir alt ligde oynamak durumundaydım. Alt
ligde oynadığım takımların ikisinin de İzmir kulübü olması da
ilginç bir tesadüf gerçekten. Uzun süre Süper Lig'de forma giydiğim
için 1. Lig'e geçiş yaptığınızda tam olarak adapte olamıyorsunuz.
Diğer yandan Süper Lig'den gelen bir futbolcudan beklentiler son
derece fazla oluyor. Bununla bağlantılı olarak Karşıyaka'da çok
kötü bir sezon geçirdiğimi ve kariyerimdeki en kötü futbolu orada
oynadığımı söyleyebilirim.
KARABÜKSPOR İLE ÇIKIŞ YAKALADIM
Süper Lig'den 1. Lig'e transfer olan oyuncular genelde burada kalır
ve yeniden Süper Lig'e kolay kolay dönemez. Ancak sen bunu
kariyerinde iki kez gerçekleştirdin. Fenerbahçe'den İzmirspor'a
geçtiğinde henüz 20 yaşındaydın, Süper Lig'e dönmen daha muhtemeldi
ve bunu gerçekleştirdin. Ancak daha sonra iki kötü sezonun ardından
Kardemir Karabükspor'a transfer oldun. Bunda ne etkili oldu sana
göre?
Hani derler ya bazı şeyler nasiptir diye, benim de Süper Lig'de
tekrar oynamam nasipmiş herhalde (gülüyor). İzmirspor'a gittiğimde
20 yaşındaydım ve önümde kocaman bir gelecek vardı ancak
Karşıyaka'ya geçiş yaptığımda 28'indeydim ve bu açıdan bakılınca
tekrar Süper Lig'e dönmem çok zordu. Üstelik bahsettiğim gibi
Karşıyaka'da kötü bir sezon geçirmiştim. Ama Karabükspor da Süper
Lig'e bir sezon önce yükselmişti ve transferdeki hedefleri Süper
Lig tecrübesi olan, mâliyeti uygun oyuncuları kadrosuna katmaktı.
Ben de onlardan biriydim. Transfer olduğumda takımın başında Yücel
İldiz vardı. Ben transfer olmadan önce Karabükspor'da Cernat forvet
arkası oynuyordu. Onun da arkasında Hakan Özmert vardı. Benim
transfer olduğum dönemde Hakan Özmert takımdan ayrılmıştı. O
pozisyonda da doğal olarak bir boşluk oluşmuştu. Bu nedenle
Karabükspor bana transfer teklifinde bulunmuştu. Ben de bu fırsatı
kaçırmak istemedim tabii ki. Karabükspor'un o yüzden bende ayrı bir
yeri vardır. Düşüşte olsam bile yeteneklerime inanıp tekrar Süper
Lig sahnesine çıkma şansı verdiler bana. 1.5 sezon oynadım
Karabükspor'da. Burası benim için tekrardan bir çıkış oldu
diyebilirim.
Yeniden yükselişe geçtiğin Kardemir Karabükspor'un ardından şu an
oynadığın ve tekrar A Millî Takım'a seçilmeni sağlayan kulüp olan
Akhisar Belediye Gençlik ve Spor'a geçtin…
Transfer olduğum zaman Akhisar'ın ligdeki durumu son derece kötüydü
bildiğiniz gibi. İkinci yarının başlangıcı itibariyle 12 puandaydık
ve son sıradaydık. Herkes düştü gözüyle bakıyordu takıma. Ben de
Karabükspor'da Mesut Bakkal'ın göreve gelişinden sonra fazla şans
bulamıyordum. Yaşım da belli bir seviyeye gelmişti. O yüzden
düzenli olarak Süper Lig'de oynamak istiyordum. Akhisar'a transfer
olurken ligdeki durumunu bu yüzden hiç önemsemedim. Bana takımın
durumundan ötürü "gitme" diyenler de oldu ama ben "Ne olursa olsun
çıkıp mücadele edeceğim" dedim. Dediğim gibi bir Süper Lig
takımında düzenli olarak forma giymek istiyordum. Sezon sonunda da
ne kadar doğru bir karar verdiğimi görmüş oldum.
Geçen sezon Akhisar'ın kümede kalmasında hiç kuşku yok ki devre
arasında transfer edilen Gekas'ın payı çok büyüktü. Hatta birçok
kişi Gekas sayesinde takımın ligde kaldığını belirtti. Ancak sezon
başında Gekas takımdan ayrıldı. Akhisar'ın tekrar dibe vuracağını
düşünenler oldu bunun üzerine. Fakat hepimiz durumun öyle
olmadığını gördük.
Geçen sezon Akhisar sıkıntılı bir ilk yarıyı geride bıraktıktan
sonra devre arasında Gekas, ben ve bir-iki arkadaşımız dâhil edildi
kadroya. Bu transferlerden Gekas'la ben ligin ikinci yarısında
devamlı olarak forma giydik. Tabii ki Gekas gol attıkça sürekli
gündeme geldi. Takımın yapısı da onun gol pozisyonu bulmasına
uygundu. Yani ona gol pozisyonu hazırlayan bir takım vardı. Bu
anlamda çok iyi bir uyum sağlanmıştı. Bana göre Gekas ceza sahası
içinde müthiş bir golcü. Orada bir anda kendini unutturup, hiç
beklenmedik pozisyonlara girebiliyor. Dediğim gibi takım da sürekli
paslaşarak atak yaptığı için ceza alanına topu iyi taşıyorduk.
Benim dışarıdan gözlemlediğim kadarıyla ilk yarıdaki tek sorun gol
atamamaktı. Gekas da gelince bu sorun tamamen ortadan kalktı. Ben
de ofansif anlamda takıma katkı sağladım o dönemde. Biz transfer
olmadan önce de takım gibi takımdı yani aslında Akhisar. Sadece
bir-iki takviyeyle takım kendini buldu diyebiliriz. Gerek
taraftarımız gerekse de yönetimimiz, takım olarak iyi olduğumuzun
farkındaydı. Gekas'ın yanı sıra herkesin büyük katkısı vardır o
başarıda. Oğuz Dağlaroğlu ve Emrah Eren ilerlemiş yaşlarına rağmen
müthiş performans sergilediler örneğin. Genç arkadaşlarımızdan Uğur
Demirok, Güray Vural, Kenan Özer gibi oyuncular da önemli katkılar
yaptı. Diğer futbolcular da takımın ligde kalmasında büyük emek
verdi.
Bu sezona baktığımızda da her takıma çelme takabilecek, özellikle
kendi sahasında hiçbir takıma kolay kolay galibiyet yüzü
göstermeyecek ve üst sıraları hedefleyen bir takım görüyoruz…
Geçen sezon deplasmanlarda çok başarılıydık. İçerideki maçlarda
sıkıntı yaşıyorduk başlarda. Ancak o durumu da kaybettiğimiz Sanica
Boru Elazığspor maçının ardından atlatıp başarılı sonuçlar almaya
başladık. Hatta yenilmezlik serisi bile yakaladık. Ondan sonra
evimizdeki karşılaşmalarda daha özgüvenli oynamaya başladık. Ancak
bu sezon, deplasman maçlarına yansıtamıyoruz bu başarıyı. İç
sahadaki maçlarda taraftarımızın da çok etkili olduğunu
söyleyebilirim. Bildiğiniz gibi maçlarımızı Akhisar'da
oynayamıyoruz. Ancak Manisa'da oynarken artık kendi evimizde
gibiyiz. Çünkü taraftarımız bizi yalnız bırakmıyor. Bunun sonucunda
da sahada oynayan ya da maçı seyreden her Akhisarlı oynanan oyundan
keyif alıyor ve mutlu bir tablo çıkıyor ortaya. Gerçi bu durumu
deplasman maçlarına henüz yansıtamadık ama kendi evimizde de
sıkılmadan izleyebileceğiniz tek takım diyebilirim Akhisar
için.
Geriden gelen takıma her zaman sempati duyulur mantığıyla geçen
sezon Akhisar'ın ligde kalması futbolseverleri de oldukça memnun
etmişti. Ancak görüyoruz ki, bu sezon küme düşme potasında
olmamanıza rağmen bu sempati halen devam ediyor. Bu durumu da
bahsettiğin gibi oynadığınız oyun tarzına bağlıyorsun değil mi?
Oynadığımız futbolun insanlarca pozitif karşılandığını ve bu sayede
futbolseverler tarafından sempati kazandığımızı düşünüyorum. Diğer
taraftan baktığımızda, Akhisar diğer takımlar gibi şehir değil,
ilçe takımı. Bir ilçe takımının Süper Lig'de yer aldığı az
görülmüştür. Bu da insanlara hoş geliyor olabilir. Bizim de bu oyun
tarzımızı sürdürerek hem ligde iyi sonuçlar almamız hem de
futbolseverlerin pozitif bakış açısını kaybetmememiz lâzım.
DÜZEN VE YAPI HİÇ BOZULMUYOR
Genelde bir takım Süper Lig'e çıktıktan sonra o kulüp, takımını
Süper Lig'e çıkaran teknik direktörü bu başarısına rağmen
değiştirir. Akhisar için durum farklı. Önce takımı Süper Lig'e
çıkaran Hamza Hamzaoğlu ile devam edildi, ardından da geçen sezonun
ilk yarısında alınan kötü sonuçlara rağmen hocanın arkasında
duruldu. Bu şekilde de bir istikrar yakalandı. Bu durum diğer
kulüpler için de bir örnek olur mu sence?
Akhisar Süper Lig'e ilk çıktığında, 1. Lig'deki kadrosuyla oynamaya
devam etmişti. Başta herkes şaşırıyordu tabii, bu takım bu kadroyla
nasıl ligde kalacak diye. Ancak başarının sırrı o düzenin ve takım
yapısının hiç bozulmaması. Ben takıma dâhil olduktan sonra
anlayabildim bunu. Bu anlamda baktığınızda, ilk yarının sonunda
alınmış 12 puanın üzerine sadece 2-3 transfer yapıldı. Başka bir
takım olsa hem hocayı değiştirir hem de takımın çoğunu yenilerdi
muhtemelen. Hamza Hamzaoğlu, Akhisar'ın başına geldiği zaman takım
1. Lig'den bir alt lige düşmemek için mücadele ediyordu. Daha sonra
Hamza Hocanın gelişiyle bir çıkış yakalandı ve takım 1. Lig'de
kaldı. Ardından da 1 sezon sonra Süper Lig'e yükselmeyi başardılar.
Bu noktadan bakınca, Akhisar Kulübü geldiği noktayı çok iyi
kavramış durumda aslında. Yapılanları ve verilen emekleri bir anda
silemezsiniz. İşte kulüp de bunları çok iyi bildiği için zamanında
Hamza Hoca ile devam etti. Alınan tüm kötü sonuçlara rağmen, ikinci
yarıda "Sabrın sonu selamettir" oldu (gülüyor). İlk yarı 12 puan
toplamışken, ikinci yarı 30 puan toplandı ve ligde kalındı. Bu
açıdan kulübün bu davranış ve tutumunun diğer takımlar için de
örnek teşkil etmesi lâzım. Kulübün yapısının çok düzenli olduğunu
söyleyebilirim. Yani kulüp küme bile düşse, yapacakları belli.
"Ligden düştük, çok borcumuz var" gibi bir durum söz konusu bile
olmaz mesela. Ödemeler her zaman düzenli olarak yapılır. Bu anlamda
da örnek alınması gereken bir kulüp Akhisar Belediye Gençlik ve
Spor. Küçük bir ilçe takımının bu noktalara gelmesi tesadüf değil
gördüğünüz gibi.
Dışarıdan görüldüğü kadarıyla taraftarınızın yani Akigoların bakış
açısı da her durumda size destek olmak yönünde, doğru mu?
Geçen sezon taraftarımızın bize olan tutumu "Küme düşseniz de bize
Süper Lig'de olma mutluluğunu yaşattığınız için size ne kadar
teşekkür etsek azdır" şeklindeydi. Taraftarımız da bir ilçe takımı
olarak Süper Lig'de var olmanın önemini kavramış durumda. Bu
anlamda da üzerimizde baskı oluşturacak bir unsur yok. Bu da bizim
sahada daha özgüvenle top oynamamızı sağlıyor. Psikolojik açıdan
hayatımın en rahat günlerini burada geçiyorum diyebilirim. Hamza
Hoca da öyledir mesela. Futbolcuya fazla baskı yapmaz. Bir maçı
kaybetsek bile o maçtan sonraki normal program neyse o uygulanır.
Mesela bazı hocalar maç kötü biterse takımı hemen kampa alır. Hamza
Hoca ise alınan skora göre idare şeklini değiştirmez. Benim
gördüğüm kadarıyla da her zaman emindi bu takımla ligde
kalacağına.
Bu dediklerinden yola çıkarak Hamza Hocanın sakin yapısı oyuncuları
rahatlatıyor ve bu durum da sahaya olumlu yansıyor diyebilir
miyiz?
Aynen dediğiniz gibi. Hamza Hoca futbolculara, futbolcular da ona
inanınca ortaya böyle bir tablo çıktı. Hamza Hoca bir teknik
direktör gibi değil, abi gibidir bizim için. Dikkat ederseniz
eskiden başarılı olan ancak sonra düşüşe girmiş futbolcular, Hamza
Hoca ile birlikte tekrardan çıkış yakalamıştır. Aynen benim gibi.
Bunun bir sebebi olması lâzım. Hoca o rahatlığı ve güveni
oyuncusuna veriyor ki; zaten belirli bir kalitesi olan deneyimli
futbolcu, yeteneklerini bu ortam sayesinde sahaya en iyi şekilde
yansıtmaya başlıyor.
Hamza Hocanın saha içinde senden bekledikleri ne peki? Atakları
yönetmen mi?
Oyun yapımız kontratağa dönebiliyor zaman zaman. Özellikle içeride
kanatlardan gelip rakiplerimizi hızlı ataklarla zor duruma
sokabiliyoruz. Kanatlarda hem hızlı hem de ayaklarına hâkim
oyuncularımız var. Gekas'ın ardından Niasse'ın gelişi takımın
hızını daha da arttırdı. Hocanın da bu noktada bana verdiği görev,
hücumda serbest olarak ataklara yön vermem. Hocam bana bu özgüveni
her zaman veriyor sağ olsun. Ben de bu rolde yani hücumda serbest
görev aldığım zaman daha başarılı olduğumu düşünüyorum aslında.
Daha önceki dönemlerde ağırlıklı olarak sol açık oynuyordum. O
zamanlar da içeri girip topla oynamayı ve topu ayağımda tutmayı
severdim. Son iki sezondur, özellikle Hamza Hocanın da bana verdiği
rolle daha fazla topla buluşuyorum. Bununla birlikte topsuz alanda
koşmayı da öğrendim diyebilirim. İlk zamanlarda teknik olan ama maç
içinde fazla koşu yapmayan bir Bilal vardı sahada. Şu an onu
yıktığımı düşünüyorum.
Bugüne kadar genel anlamda sezonun ilk yarılarında daha başarılı
olan ve göze batan ancak ikinci yarılarda daha vasat bir performans
sergileyen bir Bilal Kısa gördük sahada. Buna katılıyor musun?
Katılıyorsan, bunun sebebi nedir?
Önceki sezonlarda böyle bir istikrarsızlığım vardı dediğiniz gibi.
Ben de bunun bir eksiklik olduğunu ve sezonun ikinci yarılarında da
o istikrarı yakalamam gerektiğini düşünüyordum. Ancak geçen sezon
itibariyle bu durumu değiştirebildiğimi sanıyorum. Geçen sezon
Akhisar'a transfer olduktan sonra sezonun ikinci yarısında 14 maçta
forma giydim ve takımın kümede kalmasına yardımcı oldum. Şimdi de
aynı şekilde devam ediyorum ve bunu sezonun ikinci yarısında da
sürdürmek istiyorum yine. O istikrarsızlığı düzenli olarak forma
giyerek ortadan kaldırabileceğimi düşünüyorum. Bunu da Akhisar'da
yakaladım dediğim gibi.
Türkiye'de senin gibi sol ayaklı oyuncuların sayısı son dönemlerde
oldukça azaldı. Sen de bu görüşte misin?
Türk futbolunda sol ayaklı oyuncuların sayısı her geçen gün
azalıyor maalesef dediğiniz gibi. Aslında çıkmıyor demek yanlış
olur, bizim ortaya çıkarmamız lâzım demek daha doğru. Bu tarz
oyuncuları altyapılarda iyi araştırıp daha çok çıkarmamız lâzım.
Diğer taraftan da 76 milyon nüfusa sahip bir ülkeden daha fazla
yetenekleri ortaya çıkarmamız gerekiyor. Uluslararası turnuvalara
düzenli olarak katılabiliriz bu şekilde.
NE ŞÖHRETLE NE DE PARAYLA...
7 yıl sonra A Millî Takım'a seçilmeyi başardın. Çok kolay bir şey
değil bu. Bundan sonraki hedeflerini bizlerle paylaşabilir
misin?
A Millî Takım'a ilk çağrıldığımda 23 yaşındaydım. O devamlılığı
sağlayamadım ve bunun sonucunda da bir daha seçilemedim. A Millî
Takım'a çağrıldıktan sonra bir daha ulaşamamak insanı üzüyor tabii
ki. O nedenle 7 yıl sonra tekrar ulaştığım bu seviyeden yine aşağı
düşmek istemiyorum. Çünkü tekrar bu noktalara ulaşmak kelimelerle
anlatabileceğim bir duygu değil. Belki büyük takımda
oynayabilirsiniz, o da her futbolcunun hayalidir. Ama A Millî
Takım'da oynamadıktan sonra istediğiniz kadar büyük takımda
oynayın, burada yaşadığınız o farklı duyguyu hissedemezsiniz.
Dünyadaki her oyuncu millî takımda oynamak ister. Sonuçta kendi
ülkenizin formasını giyiyorsunuz. Bunun üstüne gurur
duyabileceğiniz bir şey yok. Ne şöhretle ne de parayla
kıyaslanabilir bu duygu ve gurur. Benim amacım; kulübümde düzenli
oynamayı sürdürerek bu gururu yaşamaya devam etmek ve bu noktadan
bir daha aşağıya düşmemek. Akhisar'da da hem düzenli olarak
oynadığım için hem de bahsettiğim gibi kulüpteki aile ortamından
ötürü son derece mutlu ve huzurluyum.
Hamza Hocanın Fatih Hocanın yardımcılığını yapması ve aynı ortamda
olmanız seni mutlu etmiştir hiç kuşkusuz…
Tabii ki. Kendi oynadığı kulüp takımının hocasının A Millî Takım
teknik heyetinde görev yapması çok avantajlı bir durum oyuncu için.
Bütün sezon birlikteyiz çünkü kendisiyle. Artık daha deneyimliyim,
o yüzden Millî Takım'daki ortama da daha kolay adapte olabiliyorum.
Buradan Fatih Hocaya teşekkür etmek istiyorum. Kariyerimdeki iki
farklı dönemde Millî Takım'da oynama şansını bana Fatih Hoca verdi.
Ben de bana duyulan bu güveni boşa çıkarmamaya çalışacağım tüm
gayretimle.
Hem kendi oynadığın bölgede hem de sol ayaklı olarak Türkiye'de ve
dünyada beğendiğin oyuncular kimler?
Emre Belözoğlu çok genç yaşta harika bir performans sergilemeye
başlamıştı. Kendisi benden 3-4 yaş büyüktür. Ben de o dönemde onun
oyununu çok beğenirdim. Zaten sol ayaklı olduğu için de dikkat
ederdim sahada yaptıklarına. Dünya futbolunda ise en beğendiğim ve
örnek aldığım oyuncu Zidane'dı.
CİHAN
Yorumlar