Ali Palabıyık: Korkulan değil sevilen hakem olmak istiyorum
Küçük yaşta, pek de yetenekli olmadığı futbolculuk macerasını sonlandırdıktan sonra hakemliğe adım atan Ali Palabıyık, "Korkulan değil sevilen hakem olmak istiyorum.
Küçük yaşta, pek de yetenekli olmadığı futbolculuk macerasını
sonlandırdıktan sonra hakemliğe adım atan Ali Palabıyık, "Korkulan
değil sevilen hakem olmak istiyorum." dedi.
18 yaşında hakemliğe başlayan, 30 yaşında da üst klasman hakemi
olan Ali Palabıyık, futbolculuğunun aksine hakemliğinin üzerine her
gün yeni birşey koyduğunu söylüyor. Hakemlikte emin adımlarla
ilerleyen Palabıyık, 2012 yılında Üst Klasman hakemi olmayı
başardı. Hayattaki bir diğer hedefini de öğretmenlik yaparak
çocuklara küçük yaştan itibaren insan haklarını öğretmek ve
demokratik bir ortamda yaşayabilmeleri için zemin hazırlamak olarak
belirten Palabıyık, yumuşak yüzlü bir mizacı olduğu için bazen
sıkıntı yaşasa da korkulan değil sevilen bir hakem olarak anılmak
istediğini söylüyor.
"Amatör olarak kalecilik yaptım. Ancak futbol oynayarak çok fazla
başarılı olamayacağımı anladım. Arkadaşım Soner Maraş'ın teşvikiyle
2000 yılında hakem kursuna kaydoldum. Kurstaki ilk hocam Cengizhan
Bilgi’ydi. Kendisinin büyük emeği vardır üzerimde." diyen
Palabıyık, Futbol Federasyonu Basın Departmanı'nın hazırladığı
TamSaha Dergisi'ne yaptığı açıklamada, şunları söyledi:
"Futbol oynarken kalecilik yaptığım İncirlispor'un maçına hakem
olarak çıktım. Teknik direktör Avni Balaban'la bazı sıkıntılarımız
olmuştu. Bu nedenle maç öncesi çok tedirgindi. Ancak bu durum, saha
içindeki kararlarımı asla etkilemedi. Daha sonra kendisiyle
barıştık.
Süper Lig'de yardımcı hakemlik yaptıktan 7 yıl sonra hakem olarak
bir büyük Süper Lig takımının maçına geçtiğimiz sezon çıktım.
Ziraat Türkiye Kupası’nda Türk Telekom Arena’da oynanan
Galatasaray-1461 Trabzon maçını yönetmiştim.
Galatasaray maçı kaybederek kupadan elenmişti. Galatasaray’ın
kupadan elenmesi o karşılaşmayı medya ve kamuoyu açısından daha
popüler bir hâle getirmişti. Benim de hakem olarak adım kamuoyu
tarafından biraz daha fazla duyuldu diyebilirim."
Altındağ'da öğretmenlik yaptığını, okullarının insan hakları ve
demokrasi konularıyla ilgili yürüttüğü bir AB Projesi'nde proje
asistanlığı ve eğitmenlik görevini yürüttüğünü belirtirken, Selçuk
Üniversitesi’nde de Uluslararası İlişkiler ve Siyaset Bilimi
üzerine yüksek lisans yaptığını söyledi.
Müsabaka tebligatı geldikten sonra, iki takımın önceki maçlardaki
pozisyonlarını ve oyun sistemlerini analiz ettiğini de belirten
Palabıyık, "Oyuncuların pozisyonlardaki hareketlerini ve hakeme
karşı gösterdiği tepkileri incelerim. Ayrıca maç sabahı kahvaltıdan
sonra 1-1.5 saat uyurum." diyerek şöyle devam etti:
"Evde mutlu olduğunuz zaman sahada da mutlu oluyorsunuz ve
müsabakayı o pozitif ruh hâliyle yönetiyorsunuz. Huzursuz
olursanız, bu mutlaka saha içine hata olarak yansıyor. Bu yüzden
bir hakemin başarısında ev hayatının çok büyük etkisi olduğunu
düşünüyorum.
Türkiye’de maalesef fanatizm çok yüksek seviyede. Tuttukları
takımın kazanması için her yolu mubah olarak görebiliyor insanlar.
Rakibe ve hakemlere saygı gösterilmediği durumlar oluyor. Oyuncular
da bunu körüklüyor maalesef. Umut ediyoruz ki; önümüzdeki yıllarda
bu durum değişir.
İnsan olarak çok sinirli veya gergin bir yapıya sahip değilim.
Yumuşak bir yapım var. Hatta çocuksu bir mizacım var diyebilirim.
Bu durum da bana hakemlikte bu zamana kadar hep dezavantaj oldu
aslında. Yani henüz bir avantajını göremedim."
Korkulan değil, sevilen bir hakem olmak arzusunda olduğunu belirten
Ali Palabıyık, "Zaten hiçbir hakemin oyuncuları azarlamak ve sert
çıkmak gibi bir niyeti yoktur. Her hakem sahaya çıktığında,
futbolun kurallarını kusursuz bir şekilde uygulamak ve adaleti
sağlamak ister. Başka bir amacı yoktur." diyerek, şunları
söyledi:
"Collina en çok takip ettiğim ve örnek aldığım isimdi. Vücut dili,
mimikleri, sahadaki duruşu ve oyuncularla iletişimiyle çok büyük
bir hakemdi. Şu an ise dünyada Howard Webb’i çok beğeniyorum.
Cüneyt ve Fırat Hocalarla fikir alışverişi yapmak da bizi
geliştiriyor."
TamSaha Dergisi'nden Aydın Güvenir'e konuşan Ali Palabıyık'ın
röportajının ayrıntısı ise şöyle:
Kamuoyunun da sizi daha yakından tanıması açısından nereli
olduğunuzu sorarak ve ailenizden söz ederek başlayalım isterseniz
röportaja…
14 Ağustos 1981’de Ankara’da doğdum. Doğma büyüme Ankaralıyım. Baba
tarafım aslen Çankırı’nın Yapraklı ilçesinden. Benden 4 yaş küçük
bir erkek kardeşim var. Babam emekli olmadan önce Jandarma Genel
Komutanlığı’nda sivil işçi olarak çalışıyordu. Annem ise ev hanımı.
2005 yılında Gazi Üniversitesi BESYO girdim. 2009’da mezun oldum.
2008’den beri eşim Eda ile evliyim. 2.5 yaşında da Ege isimli bir
oğlum var.
Hakemliğe başlamanıza ne vesile oldu? Hakemlikten önce başka
uğraşlarınız olmuş muydu?
Yıllarca amatör olarak futbol oynadım. Kardeşim de benim gibi
amatör olarak futbol oynuyordu. Küçüklükten beri futbolla son
derece ilgiliydim. 8 yaşındayken amatör kulüplerde oynamaya
başladım. Kaleciydim. Ancak seneler geçtikten sonra futbol
oynayarak çok fazla başarılı olamayacağımı anladım. Hem çok
yetenekli değildim hem de hocalarımla bazı sıkıntılar yaşamıştım.
Bunun üzerine 17 yaşındayken futbol oynamayı bıraktım. Sarılık
geçirdiğimden 2 yıl futboldan ayrı kalmış, sonra tekrar oynamaya
devam etmiştim. Bu olay da beni etkilemişti. Şu anda Ulusal
Yardımcı hakemlerden olan Soner Maraş, çocukluk arkadaşım. Aynı
mahallede büyüdük. Futbolu bıraktıktan bir süre sonra hakemlik
kursu açıldığını ve benim de katılabileceğimi söyledi. O da benim
gibi amatör olarak futbol oynamıştı. O ana kadar aklımda hakem
olmak gibi bir düşünce yoktu açıkçası. Ancak ikimiz de futboldan
kopamayacağımızı ve bu oyunun bir parçası olmak istediğimizi
biliyorduk. Böylelikle 2000 yılının Şubat ayında, kursa kaydoldum.
Mahalledeki tüm arkadaşlarla başvurmuştuk kursa ancak daha sonra
sadece Soner’le ben devam ettik. Hakemlik kursundaki ilk hocam
Cengizhan Bilgi’ydi. Kendisinin büyük emeği vardır üzerimde.
KALECİLİĞİNİ YAPTIĞIM TAKIMIN MAÇINI YÖNETTİM
Eski bir futbolcu olarak hakemlikteki ilk maçınızda neler
hissettiniz?
25 Mayıs 2000 yılında ilk kez amatör bir karşılaşmada hakem olarak
görev aldım. Daha önceden kalecilik yaptığım sahaya hakem olarak
çıkmak benim için değişik bir tecrübe oldu gerçekten. Hatta bir
süre sonra çok ilginç bir anı yaşadım. Futbol oynarken kalecilik
yaptığım İncirlispor takımının maçına hakem olarak çıktım.
Futbolculuk dönemimde takımın teknik direktörü Avni Balaban'la
başta da bahsettiğim gibi bazı sıkıntılarımız olmuştu. Hem kadroya
giremediğimden ötürü hem de İncirlispor’dan Ulus Fatihspor’a
lisansımı almak istediğim sırada Avni Hoca buna izin vermediği için
bazı tatsızlıklar yaşamıştım. Dolayısıyla İncirlispor’un maçını
yönetmeden önce Avni Hoca çok tedirgindi. Ancak tabii ki bu durum,
saha içindeki kararlarımı asla etkilemedi. Maçtan sonra Avni
Hocanın tedirginliği tamamen gitmişti zaten. Daha sonra kendisiyle
barıştık, halen arada sırada görüşüyoruz. Aslına bakarsanız Avni
Hoca ile bunları yaşamamız benim futbolu bırakıp hakemliğe
başlamama vesile oldu. Yani benim için çok olumlu bir şey
gerçekleşti. Çünkü bahsettiğim gibi zaten futbol oynamak konusunda
yetenekli değildim.
Hakemliğe başladıktan sonraki dönemde gelişiminiz nasıl oldu?
2002 yılına kadar amatör müsabakalarda görev almaya devam ettim. O
sene, asker olanların hakemliği bırakmasıyla birlikte oluşan
açıktan dolayı daha vaktim olmasına rağmen kendimi bir anda klasman
hakemleri kadrosunda buldum. Yaklaşık 10-12 arkadaşımla beraber,
Ulusal C Yardımcı Hakemi oldum. Bir sene sonra C Hakemliğine
yükseldim. Ancak o zamanki adıyla Bank Asya 1. Lig’de birkaç maç
dışında fazla görev şansı bulamadım. 2004-2005 sezonunda ise Üst
Klasman Yardımcı hakemi olarak Süper Lig maçlarında görev almaya
başladım. Aslında hedefim hakem olmaktı. Yardımcı hakemlik daha
arka plandaydı benim için. Süper Lig’de yardımcı hakem olarak görev
aldığım ilk maç ise 2004-2005 sezonundaki Gençlerbirliği-Ankaraspor
karşılaşmasıydı. Maçın hakemi Bülent Yıldırım, diğer yardımcı hakem
Özgür Fatih Kalaycı, 4. hakem ise Mustafa İlker Coşkun’du. O sezon
8-9 Süper Lig karşılaşmasında daha yardımcı hakem olarak görev
yaptım. Ama benim gönlümde yatan hakem olarak görev yapmaktı. O
dönemin MHK 3. Bölge Sorumlusu Murat Ilgaz bu isteğimi göz önüne
alarak karşılaşmalara hakem olarak atanmam konusunda destek oldu.
Üç maçta görev yaptıktan sonra B Hakemi olmaya hak kazandım. Bu
süreçten sonra 2005 yılında Ankaragücü ile Konyaspor arasında
oynanan Ankara TYSD Kupası maçını yönettim. O maçla birlikte biraz
daha göze girdim. Bunun ardından 7 sene daha B Hakemliği yaptım,
yani Üst Klasman hakemliğinin bir altındaki seviyede görev aldım.
Bu dönemde alt liglerde birçok zorlu maçta düdük çaldım. 2010
yılının bahar ve yaz aylarında askerlik görevimi de tamamladım. Üst
Klasman Hakemi olmak için önümdeki bu engel de kalktı. 2012 yılında
da 31 yaşındayken Üst Klasman hakemi olmaya hak kazandım. Hatta Üst
Klasman hakemi olduğumu oğlumun doğum gününde öğrendim. Açıkçası bu
kategoriye yükseleceğimden çok umutlu değildim o dönemde. O gün
babam aradı ve TFF’nin sitesinde açıklanan Üst Klasman Hakemler
Listesi’nde benim de ismimin yazdığını söyledi. Haberi duyunca çok
sevindim.
Yaklaşık 7 sene sonra tekrar Süper Lig’e bu sefer istediğiniz gibi
hakem olarak geri döndünüz yani…
Aynen öyle. Süper Lig’e arzu ettiğim şekilde dönmüş oldum böylece.
Üst Klasman hakemi olarak ilk maçım ise Gaziantep Büyükşehir
Belediyespor-Denizlispor karşılaşmasıydı. Bildiğiniz gibi Üst
Klasman hakemleri hem Spor Toto Süper Lig’de hem de PTT 1. Lig’de
görev yapabiliyor. 4-5 maçın ardından geçen sezon Ziraat Türkiye
Kupası’nda Türk Telekom Arena’da oynanan Galatasaray-1461 Trabzon
müsabakasında görevlendirildim.
O karşılaşmada neler hissetmiştiniz?
Tabii ki benim için çok önemli bir deneyim oldu. Her karşılaşmaya
olduğu gibi bu maça da çok iyi hazırlandım diyebilirim. O
karşılaşmayı da sıkıntısız bir şekilde tamamladığımı düşünüyorum.
Galatasaray maçı kaybederek kupadan elenmişti. Galatasaray’ın
kupadan elenmesi o karşılaşmayı medya ve kamuoyu açısından daha
popüler bir hâle getirmişti. Benim de hakem olarak bu sayede adım,
o karşılaşmayı yönettiğim için kamuoyu tarafından biraz daha fazla
duyuldu diyebilirim. İyi bir yönetim göstermiş olduğum için de
medyada olumlu şekilde yer almıştı ismim.
Spor Toto Süper Lig’deki ilk karşılaşmanız hangisiydi peki?
Geçen sezonun 9. haftasındaki Mersin İdman Yurdu-İstanbul BBSK
karşılaşmasıydı. O müsabakayı da başarılı bir şekilde tamamladıktan
sonra Kasımpaşa-Eskişehirspor karşılaşmasına verildim. Daha sonra
sezonun ikinci yarısında da üç Spor Toto Süper Lig maçında daha
düdük çaldım. Bu sezon ise Süper Lig ve PTT 1. Lig’de düdük çalmaya
devam ediyorum bildiğiniz gibi. Ayrıca ilave yardımcı hakem olarak
da iki karşılaşmada görev aldım.
Konu ilave yardımcı hakemlikten açılmışken, bu görevde yaşadığınız
tecrübeleri ve ilave yardımcı hakem olarak maçlarda dikkat
ettiğiniz konuları bizlerle paylaşır mısınız?
Mustafa İlker Coşkun ve Serkan Tokat başta olmak üzere Ankara’daki
Üst Klasman Hakem ve Yardımcı Hakem arkadaşlarımızla Gazi
Üniversitesi’nin futbol sahasında ilave yardımcı hakemlik hakkında
uygulamalar yaptık, yapmaya da devam ediyoruz. Ulusal Hakem Özer
Özden de bu çalışmalarda bize eşlik etti. Gerek topun çizgiyi geçip
geçmediği, gerekse de ilave yardımcı hakemlerin penaltı
pozisyonları ile ilgili karar vermesi konusunda çalışmalar yaptık.
Nitekim bu sezon düdük çaldığım Beşiktaş-Gaziantepspor maçında da
yaşanan bir pozisyonda ilave yardımcı hakem Serkan Tokat’ın doğru
bir şekilde penaltı olduğuna işaret etmesi sonucunda bu
çalışmalarımızın başarılı olduğunu gördük.
ÖĞRETMENLİK VE YÜKSEK LİSANS YAPIYORUM
Hakemlik dışında meşgul olduğunuz bir iş var mı?
Ankara’nın Altındağ ilçesinde Polis Amca Ortaokulu’nda öğretmenlik
yapıyorum. Bilişim Teknolojileri derslerine giriyorum. Ayrıca
okulumuzun insan hakları ve demokrasi konularıyla ilgili yürüttüğü
bir Avrupa Birliği Projesi var. Burada da proje asistanlığı ve
eğitmenlik görevini yürütüyorum. Bu projenin başında olan okul
müdürü Mete Kızılkaya da eskiden hakemlik yapardı. 104 bin euro
değerinde olan bu projedeki amaç; okuldaki öğretmenlere,
öğrencilere hatta velilere insan hakları, kadın hakları ve
demokrasiyle ilgili bilgiler vermek ve böylece okulumuzu daha
demokratik bir ortama kavuşturmak, çocukların okula severek
gelmesini sağlamak. Aynı zamanda çocukların bu yaştan haklarını
bilmesi ve bunları bilerek yaşamasını gerçekleştirmek. Altındağ,
Ankara’da diğer yerlere oranla biraz daha sorunlu bir bölge
diyebiliriz. İşte bunları uygulayarak orada yaşayan çocukların çok
daha iyi bir şekilde yetişmesini hedefliyoruz. Bu bilgileri
aktarmak için de Konya’daki Selçuk Üniversitesi’ndeki öğretim
üyelerinden eğitim aldık. Bu bağlamda sunduğumuz yaklaşık 600
projenin 29’u Avrupa Birliği tarafından kabul edildi. Türkiye’de bu
projeyi uygulayan tek ortaokuluz. Hakemlik dışında bir diğer
hedefim de bu. Zaten şu an Selçuk Üniversitesi’nde Uluslararası
İlişkiler ve Siyaset Bilimi üzerine yüksek lisans da
yapmaktayım.
Sizi hakemliğin yanı sıra öğretmenliğe yönelten neden neydi?
Reklamcılık konusunda faaliyet gösteren bir akraba şirketimiz var.
Öğretmenliğe başlamadan önce burada çalışıyordum. Aynı zamanda
dayımla beraber araba alım-satımı da yapıyordum. Ancak şu an
hakemlik ve öğretmenlik yaptığım için o işlerle eskisi kadar
ilgilenemiyorum. Okulumuzdaki öğretmen açığından dolayı ücretli
olarak öğretmenlik yapmaktayım. Çocukların daha iyi bir şekilde
yetişmesine katkıda bulunmak için öğretmenliği tercih ettim.
Hakemliğe geri dönelim. Yönettiğiniz karşılaşmalara motive olurken
nelere dikkat ediyorsunuz? Düdük çaldığınız maçları daha sonra
izleyip analiz yapıyor musunuz?
İnsanın hatasını en iyi bulan gene insanın kendisidir. Bu yüzden,
yönettiğim karşılaşmayı sonradan mutlaka izlerim. Hatalarımı
bulmaya çalışırım. Bu hatalardan ders çıkarıp, bir sonra
yöneteceğim müsabakada tekrar etmemeye çalışırım. Üst Klasman
hakemliğine yükseldikten sonra İbrahim Aksoy Hocam mentörlüğümü
yapıyor. Onun da bana çok yardımları dokundu, kendisine de çok
teşekkür etmek isterim. Maçlara motive olma konusuna gelirsek; üst
düzey hakemlerimizden bu konuda sürekli görüş aldığımı
söyleyebilirim. Konsantrasyonla ilgili önceden eğitim de almıştım.
Onun da çok yararını görüyorum. Müsabaka tebligatı geldikten sonra,
iki takımın önceki maçlardaki pozisyonlarını ve oyun sistemlerini
analiz ederim. Oyuncuların pozisyonlardaki hareketlerini ve hakeme
karşı gösterdiği tepkileri incelerim. Bunun dışında; müsabakada
görev yapan hakem ekibiyle beraber maçtan önce konuşulacak önemli
bir konu varsa mutlaka değerlendiririz. Ayrıca müsabaka sabahı
kahvaltıdan sonra 1-1.5 saat uyuyarak müsabakaya daha iyi konsantre
olmaya çalışırım. İbrahim Hoca mentörüm olduktan sonra uygulamaya
başladığım bir şey bu. Daha sonra da tamamen müsabakayı düşünür,
ailem dâhil dış dünyayla tüm bağlantımı keserim.
BAŞARIDA EV HAYATININ ÇOK ÖNEMİ VAR
Türkiye’de hakemlere gösterilen tepki diğer ülkelere göre oldukça
fazla. Sizin de başınıza benzer durumlar geldiğinde nasıl
etkileniyorsunuz?
Çok şükür ki, bana aşırı tepki gösterilen bir durumla karşılaşmadım
şu ana kadar. Eşimin bu konuda büyük özveri gösterdiğini de
söylemem gerek. Özellikle Üst Klasman hakemi olduktan sonra mesaim
daha da arttı. Hafta sonunu ailemle birlikte geçiremiyorum. Bu
durumlarda eşim bana hep destek oluyor. Kendisine çok teşekkür
ediyorum. Onun desteği olmasa zaten bu noktada olamazdım. Evde
mutlu olduğunuz zaman sahada da mutlu oluyorsunuz ve müsabakayı o
pozitif ruh hâliyle yönetiyorsunuz zaten. Huzursuz olursanız, bu
mutlaka maç esnasında saha içine hata olarak yansıyor. Bu yüzden
bir hakemin başarısında ev hayatının çok büyük etkisi olduğunu
düşünüyorum.
Size göre diğer ülkelere oranla Türkiye’de hakemlere bu kadar fazla
tepki olmasının nedeni nedir?
Orada da hatalar oluyor herkesin gördüğü gibi. Ancak Türkiye’deki
gibi aşırı tepki gösterilmiyor. Bence bu durum, insanların spora
bakış açısı ve spor kültürüyle ilgili. Türkiye’de maalesef fanatizm
çok yüksek seviyede. Tuttukları takımın kazanması için her yolu
mubah olarak görebiliyor insanlar. Olaya spor olarak bakılmıyor
maalesef. Gerek rakibe, gerekse de hakemlere saygı gösterilmediği
durumlar oluyor. Bu durum da tabii ki bizim saha içindeki işimizi
zorlaştırıyor. Yurtdışında verdikleri olumsuz bir karar sonrası
bile hakemlere saygı duyulduğunu görüyoruz. Ancak Türkiye’de buna
pek rastlayamıyoruz. Oyuncular da bunu körüklüyor maalesef.
Kendilerine göre olumsuz bir karar verilmişse hakemi baskı altına
almaya çalışabiliyorlar. Umut ediyoruz ki; önümüzdeki yıllarda bu
durum değişir. Oyuncuların birbirlerine ve hakemlere saygısı artar.
Oyuncular gibi hakemlerin de bazen hata yapabileceği daha iyi
kavranır. Böyle olduğu zaman bizim işimiz daha da
kolaylaşacaktır.
Geliştirmeye çalıştırdığınız yönleriniz var mı hakemlikle
ilgili?
Sadece hakemlikle ilgili olmasa da İngilizcemi geliştirmeye özen
gösteriyorum. Hem ileride FIFA kokartı takabilmek hem de ligde
yönettiğim maçlarda yabancı oyuncularla daha sağlıklı diyalog
kurabilmek için çok önemli İngilizce bilmek. Bu sayede bize çok
önemli bilgiler veren MHK Danışmanı Jaap Uilenberg’le de direkt
olarak görüş alışverişinde bulunabiliyorsunuz. İngilizcemi
geliştirmek için geçen yaz kendi imkânlarımla yaklaşık 40 gün
İngiltere'de dil okuluna gittim. Şu anda da ODTÜ’de açılan
İngilizce kursuna devam ediyorum. Önümüzdeki yaz da bir aksilik
olmazsa 1.5 aylığına Manchester’a dil okuluna gitmeyi
planlıyorum.
Sahadaki duruşu da göz önüne alarak kendinizi nasıl bir hakem
olarak tanımlarsınız?
İnsan olarak çok sinirli veya gergin bir yapıya sahip değilim.
Yumuşak bir yapım var. Hatta çocuksu bir mizacım var diyebilirim.
Bu durum da bana hakemlikte bu zamana kadar hep dezavantaj oldu
aslında. Yani henüz bir avantajını göremedim, ne zaman olacak diye
de bekliyorum (gülüyor). Bazen oyuncularla fazla diyaloğa girdiğim
de oldu. Bunu da gerek maçlardan sonra kendimi analiz ederek,
gerekse de mentörlerimizden gelen eleştirileri dikkate alarak
azaltmaya çalışıyorum. Oyuncularla daha az diyalog içinde olmaya
özen gösteriyorum. Ama dediğim gibi, yumuşak yüzlü olmamdan ve genç
yaşımdan dolayı bazen sıkıntı yaşadığım durumlar oluyor.
Oyuncuların baskı altına almaya çalıştığını hissedebiliyorum. Bu
durumu da maçtan önce ya da devre arasında oyuncularla konuşarak ve
saha içinde hakemle fazla diyaloğa girmemeleri gerektiğini
söyleyerek önlemeye çalışıyorum. Kısacası otoriter yapımı daha çok
hissettirmeye çalışıyorum. Tabii ki ileride oyuncular beni daha çok
tanıdığında ve daha çok tecrübe kazandığımda bu durum kendiliğinden
daha iyi bir hâle gelecek diye düşünüyorum. Ama her şey bir yana
korkulan değil, sevilen bir hakem olmak arzusundayım. Zaten hiçbir
hakemin oyuncuları azarlamak ve sert çıkmak gibi bir niyeti yoktur.
Her hakem sahaya çıktığında, futbolun kurallarını kusursuz bir
şekilde uygulamak ve adaleti sağlamak ister. Başka bir amacı
yoktur.
Daha yolun başındasınız. Gelecek yıllardaki hedeflerinizi
soralım…
Şimdiki hakem abilerimiz gibi ben de ileride FIFA kokartı takarak
Avrupa kupalarında görev almayı hedefliyorum. İnşallah bunu
gerçekleştirebilirim. Ülkemi yurtdışında da temsil ederek en iyi
şekilde hizmet vermek istiyorum. Aslında her hakemin de hedefi
budur diyebiliriz. Tabii ki FIFA kokartı takabilmek için bütün
şartları yerine getirmem ve yönettiğim maçlarda iyi performans
göstermem gerekiyor.
Hakemliğe ilk başladığınız yıllarda ve şu anda örnek aldığınız
isimler kimler?
Hakemliğe başladığım ilk yıllar Pierluigi Collina en çok takip
ettiğim ve kendime örnek aldığım isimdi. Hatta yönettiği
Türkiye-İngiltere maçını da ertesi gün İstanbul’da maçım
olduğundan, stadyumda izlemiştim. Vücut diliyle, mimikleriyle,
sahadaki duruşuyla ve oyuncularla olan iletişimiyle Pierluigi
Collina çok büyük bir hakemdi. Şu an ise dünyada, yönetme tarzı ve
koşu stilini göz önüne alarak Howard Webb’i çok beğeniyorum. Ayrıca
FIFA kokartı takmış hakemlerimizin tecrübelerinden de
faydalanıyorum. Onların sadece saha içindeki değil saha dışındaki
hareketlerinden de bir şeyler öğrenerek kendime katkı sağlamaya
çalışıyorum. Gerçekten hepsi çok mütevazı insanlar. Bu
davranışlarını da örnek alıyorum. Hakemliğe başlayan tüm genç
arkadaşlarımız Cüneyt Hoca ve Fırat Hoca gibi olabilmeyi
hedefliyor. Kendileri de bizim gibi genç hakemlere her zaman en üst
düzeyde yardımı gösteriyor zaten. Onlarla fikir alışverişi yapmak
bizi geliştiriyor. Ayrıca bu yaz Halis Özkahya’nın yönettiği
Rosenborg-St.Johnstone karşılaşmasının dördüncü hakemiydim. Bu
benim ilk Avrupa kupası maçı deneyimimdi. Bu yüzden Halis Hoca ile
o seyahatte yaşadıklarımızdan ötürü, kendisiyle de ayrı bir
diyaloğumuz vardır.
Yönettiğiniz karşılaşmalarda unutamadığınız bir hatıranız var
mı?
Bölgesel Amatör Lig’den 3. Lig’e terfi müsabakaları sırasında
Düzce’de yönettiğim bir maçta oyuncunun biri sakatlanmıştı. Sahada
da doktor ve sedye yoktu maalesef. Oyuncuya yardım edip saha
kenarına kadar götürmüştüm. Hatta bu olay basında da yer almış, hep
hakeme kızarlar ama bu sefer hakem oyuncuyu sırtında taşıdı
tarzında bir şeyler yazılmıştı. Benim için güzel bir hatıraydı.
CİHAN
Yorumlar