Osman Hulusi Boyraz

Osman Hulusi Boyraz

Kader mi cinayet mi, ihmal mi ihanet mi?

Takip edenler bilir, bir süre önce bu sayfada bir yazı dizisine başladım. İngiltere’nin son 50 yılında öne çıkan isimlerin hayatlarını ele alıyordum. Daha çok kaynak olarak...

Takip edenler bilir, bir süre önce bu sayfada bir yazı dizisine başladım. İngiltere’nin son 50 yılında öne çıkan isimlerin hayatlarını ele alıyordum. Daha çok kaynak olarak kullanılabilecek bir çalışma bu, Çarşamba günleri bu yazıların günüydü ancak bu Çarşamba değil. Dün gece, Türkiye’de birçok kişi uykudayken bir felaket yaşandı. Adana’da küçücük çocuklar bir yangınla aramızdan koparıldı. Böyle bir durumda başka bir şey yazmaya elim gitmedi.

İnsan aciz bir varlıktır, eliyle değiştirebileceği şey oldukça sınırlı. İnsanı çevresine bağlayan iki kuvvetli duygu var, sevgi ve nefret. İnsan ne sevdiğinden ne de nefret ettiğinden kopabiliyor. Her fırsatta sevdiğine daha yakın olmak, ona güzellikler yapmak için çırpınır durur, nefret ettiğininse hep düşmesini bekler ve düştüğünü görmek ister. Tuhaf bir tatmin duygusu verir bu insana. Acımasız ve adaletsiz bir tatmin duygusu.

Türkiye’deki toplum kahir ekseriyetinin iyi insanların oluşturduğu bir yekun. Ama kötülerin sayıları da azımsanamayacak seviyede, son zamanlarda ise bu kötülerin görünürlüklerinin arttığına şahitlik ediyoruz. Bu da, onların biryerlerden cesaret aldığının açık göstergesi.

Dün gece, ateşlerin içerisinde, dumandan nefeslerin kesildiği yerde, 11’i çocuk 12 kişi can verdi. Bu yakıcı haber, önce sosyal medyaya düştü, ardından televizyon kanalları haberi takip etmeye başladı. Sosyal medya, dilin kemiğinin hiç olmadığı bir yer. Bu bir taraftan kimin ne mal olduğunun ortaya çıkması adına iyi sayılabilecek bir şey ama diğer taraftan kötülüğün kontrolsüz şekilde ortalıkta dolaşmasının hatta yayılmasının önünü açan bir vakıa.

Sevdiğini kaybetmeyen, teninin çizilmesine kıyamadığı insanı toprağa vermeyen anlayamaz kaybetmenin nasıl yakıcı olduğunu. Kaybettiğin çocuksa, canından bir parçaysa, gözünü kırpmadan uğruna canını vereceğin biriciğinse bu acı tarif edilemez. İşte dünkü yangın 12 aileye, 12 anne babaya, eşe, çocuğa bu acıyı taşıdı. Onların acısı bizim de yüreklerimizin orta yerine düştü. Dedik ya yaşamayan, kaybetmeyen bilemez. Biz ancak uzaktan duyabildik o acıyı, o kadarı bile çok ağırdı.

İnsan acizdir, eliyle düzeltecekleri bellidir, eğer birşeyleri düzeltemiyor ve bu düzeltemediği şey can yakıyorsa hemen suçlu aramaya ve kendini rahatlatmaya çalışıyor. Dün gece de bu oldu, birçok kişi suçluyu aradı, hala da arıyor, arıyoruz. Ama başka bir grup daha vardı, onlar suçlu aramıyordu, suçluyordu. İşin kötüsü onlar için kimin suçlu olduğu da önemli değildi, çünkü onların suçlayacakları yerler, kişiler belliydi. Ne yazık ki onların çoğu bu acıyı bizim kadar paylaşmıyorlardı. Bunu sanki bir fırsat olarak görüyorlardı. Oysa 12 can gitmişti...

Dün en çok kurulan cümlelerden biri “Kader değil cinayet” cümlesiydi. Bu cümleyi kuranların ekser kısmı kendini Müslüman ve Mümin olarak tanımlayan insanlardı. Yaşanan birşey cinayet bile olsa kaderdir. İkisi birbirine mani olan şeyler değildir, bu ayrımı yapmak önemli. Çünkü bir adaletsizliğe tepki vermek için çıkılan yol, dinden çıkılan yola dönüşürse kayıp çok daha büyük olur. İnsanın bilinçsizce söylediği birçok söz küfür kokan sözlerden olabiliyor maalesef. İslam inancının altı rüknünden biri Kader’e imandır. Kader meselesini nasıl anlayıp algıladığımız meselesi son derece önemli. Burada oturup kader meselesini anlatmaya kalkmak haddim değil, buna ilmim de yetmez. Yalnız şunu demem gerek ki, birşey cinayet olabilir, bu onun kader olduğunu değiştirmez. Ayrıca kader olması birilerini de “sorumluluktan” azletmez! Öyle görünüyor ki, birileri işlerini yarım yaptığı için bazı hayatlar yarım kaldı. Bu hayatların hesabını bu katillerden sormak boynumuzun borcudur.

Gelen bilgiler net olmamakla beraber, iki şey öne çıkıyordu. Bunlardan biri yangın merdivenine açılan kapının kilitli olduğu, diğeri ise kısa zaman önce yurdun elektrik sayacının değiştiği idi. Yangının sebebi, hatalı ya da kötü bağlanmış bir elektrik sayacı olabilir, çıkan yangında çocuklarımızın mahsur kalmasının sebebi ise açılmayan yangın merdiveni kapısı olabilir. Bunları net olarak bilmiyoruz ancak eğer böyleyse; sayacı doğru bağlamayan, onun kontrolünü doğru düzgün yapmayan, bu kadar hayati birşeyi savsaklayan, yani çocuklarımızın hayatının tehlikeye girmesine göz yuman kim varsa bu cinayetlerin sorumlusudur. Çünkü bunlar yapıldıkları anda küçük ihmaller gibi görünse de, dün gece de şahit olduğumuz muhtemel sonuçları açısından büyük ihanetler ve cinayetler anlamına geliyor.

Türkiye’nin genelinde rastladığım bir vakıa da bu yangın merdivenlerine açılan kapıların kilitli olması sorunsalı. Bu kadar mı ahmak olduk ey idareciler? Madem insanlar içeride mahkum edilecek, o zaman niye bu yangın merdivenleri? Yok hırsız gelirmiş, yok çocuklar kaçarmış, yok şu olurmuş bu olurmuş?

Bu tür kapıların çoğu sadece içeriden açılır şekilde tasarlanıyor, öyle de olmak zorunda. Çocuklar kaçmasın diye önlem alınacaksa basit bir alarm sistemi kurulur olur biter, bırakın alarm sistemini, o kapıların başına 24 saat adam dikilse yeridir. Can bu, emanet edilen can, dahası çocukların, evlatların canı. O müdürler uyumasın, uyuyamasın. Bu canlar böyle kolay kaybedilecekse uyku herbirine haram olsun.

Diğer Yazıları

Yorumlar

gözlük "Kendilerine: 'Yeryüzünde fesat çıkarmayın' denildiğinde: 'Biz sadece ıslah edicileriz' derler. Bilin ki; gerçekten, asıl fesatçılar bunlardır, ama şuurunda değildirler." . Yine bir sayfa dolusu boş kelimeler dizisi ve yine günümüzde çoğu kişinin kullanmadığı eski kelimeleri kullanarak özgün olma çabaları (bkz. Ben bu kelimeleri biliyorum, siz bilmiyorsunuz. En büyük benim.). Ve yine birilerinin yaptıklarına kızıp aynı şekilde ppirim yapma, kendi düşüncelerini ve kinlerini empoze etme (isim vermeden tabi ki de. İsim verilirse sonrasında ben 'objektifim' diyemez.) Tebrikler. O canları kullanarak kendini büyüttün. Tebrikler daha çok okundun.