'Eskiden AVM değil bayram yeri vardı'

Prof. Dr. Semavi Eyice, İstanbul’un hafızası. Şimdi 94 yaşında. Geçtiğimiz ay 62 yıllık hayat arkadaşını kaybetti. Bugüne kadar 170- 180 bayramı hatırlayan asırlık çınarın çocukluğunun bayramları bayram yerlerinde geçermiş.

Google Haberlere Abone ol
'Eskiden AVM değil bayram yeri vardı'
Tam bir yaşanmışlık abidesi... Dile kolay, 94 yaşında. Dedeler, babalar, çocuklar, arkadaşlar, hocalar, talebeler, meslektaşlar, seyahatler, çalışmalar, kitaplar, acı- tatlı günler… Bugünlerde biraz hüzünlü, çünkü 62 yıldan sonra ilk defa hayat yoldaşı olmadan bir bayramı yaşayacak. Ömrünü ilme adamış asırlık çınarla çocukluk bayramlarını konuştuk. Hafızası zehir gibi. 4- 5 yaşındaki bayramlarını dün gibi anlatıyor. Eskiden çocukların şimdi olduğu gibi anne babalarıyla AVM'lere değil, bayram yerlerine gittiklerini anlatırken konudan konuya geçmiyor, konudan konu açıyor. İnsicamı bozmadan, kitap disipliniyle anlatıyor her şeyi.

BAHŞİŞİ VEREN HAFIZAYA KAZINIR

İstanbul denilince akla sadece suriçinin geldiği yıllarda çocukluğu Kadıköy'de geçiyor. “Kadıköy'de oturuyorduk ama muhakkak İstanbul'a giderdim” diyor. “Bayramın büyük bir kısmını da İstanbul'da geçirirdim.” İlk önce gelenekler geliyor aklına ve eski bayramlarda ziyaretler ve ziyaretçilerin çokluğunu anlatıyor. “Ama” diyor, “Bizim derdimiz başkaydı. Ziyaretçilerden çok alacağımız bahşişler ilgilendirirdi.” O zamanki bahşişler de ya 50 kuruş ya 1 lira ama her çocuk gibi o da yağlı kapıyı, yani iyi para vereni unutmuyor. “Rahmetli Asaf ağabey vardı. Anne tarafından dedemin oğlu. Enteresan bir adamdı. Fazla tahsili yoktu fakat teknikten mükemmel anlayan bir insandı.” Birden, yakın tarihimizin pek de hatırlanmayan olaylarına ve insanlarına gidiyoruz. Fabrikalarında hep ilkleri gerçekleştiren, Türkiye'de ilk uçak fabrikası yapan Nuri Demirağ'ı anıyoruz. “O zaman ünlü zenginlerden bir adam vardı. Uçak yapmaya da kalkışmıştı. Haliç'in Eyüp'le birleştiği yerde, surların hemen bitiminde muhteşem bir fabrika kurmuştu. Kurşun kalemden desen kalemlerine kadar envai çeşit kalem imal ederdi. Asaf ağabey orada teknik müdür olarak çalışıyordu.” Hafıza zehir gibi diyoruz ya kalemin markasını bile hatırlıyor. “Nur Kalem. Aynı Avrupa'nın kalemleri gibiydi. Fabrikaya her gittiğimde bir kutu kalem hediye ederlerdi. Yıllarca çalıştı o fabrika sonra gitti, biz ithal kalemler almaya başladık.” Tekrar çok bahşiş veren Asaf ağabeye dönüyoruz. “O bekârdı, hiç evlenmedi. Münzevi bir hayatı vardı. Allah rahmet eylesin çok iyi bir insandı. Beni de pek severdi. Onun verdiği bahşiş fevkalâdeydi. Onun elini öpmeden bir yere ayrılmazdık” diyor o sevimli gülüşüyle. Sonra babasıyla arasındaki para pul meselelerine geliyor sıra. “Babamdan tek kuruş isteyebilmişliğim olmamıştır. İhtiyacım olduğu zaman anneme söylerdim. O da babama iletirdi. O ne münasip gördüyse anneme verir ve oradan bana intikal ederdi. Bizim eski Osmanlı terbiyesi öyle icap ettiriyordu.”

"KARAGÖZ OYNATILDIĞINI GÖRMEDİM"

Eski İstanbul'un atlı tramvayını görmemiş ama “bayram yeri geleneği halen mevcuttu” diyor. “Bütün bayram yerlerini gezmedim. Kadıköyde oturduğum için buradakine giderdim. Üsküdar'da, Boğaz'da, Sultanahmet'te ve Kasımpaşa'da vardı. İstanbul'un belli başlı bayram yerleri bunlardı. Daha ziyade çocukların hücum ettikleri yerlerdi bunlar.” Birden Karagöz oyunları geliyor aklına ve bir ezberimizi bozuveriyor: “Bir zamanlar Karagöz oynatırlarmış diye hep anlatırlar. Ben Kadıköy'deki bayram yerine muntazaman gittiğim halde Karagöz oynatan görmedim. Başka semtlerde mahalle aralarında belki vardı ama ben görmedim. Karagöz'ü gördüm ama İstanbul'da değil, bir yaz gittiğimiz Amasra'da.”

"550 METRENİN MEVKİSİ Mİ OLUR?"

Vasıtalardan tranvayların serüvenine geçiyoruz. İstanbul'daki tramvayların şekli, Kadıköy'deki yaz tranvaylarını konuşurken geçmişte yapılan birinci mevki, ikinci mevki uygalamalarının anlamsızlığını anlatıyor gülerek: “Ayakta kalan adam hangi muameleyi görecek? Çünkü yer boşaldığı takdirde ikinci mevki bileti alan adam gidip oradaki koltuğa oturuyor. Yok efendim sen zamlı bilet alacaksın mı denecek adama? Epey münakaşalar olurdu. Zaten usulsüz bir uygulamaydı o. Taksim Metrosu 550 metre. Bunun birincisi, ikincisi olur mu? Bizim garip huylarımızdan biridir o. Aradaki fark da bir minderden ibaret. Birinci mevki koltuklarına minder konulmuş, ikinci mevki koltukları tahta. İkinci mevki 2 buçuk kuruş, birinci mevki 4 buçuk kuruştu.”

KADIKÖY CAMİ KONUSUNDA SIKINTILIYDI

Devirler değişse de çocukluk değişmiyor tabi. Şimdi olduğu gibi o zamanlar da yeni alınan bayramlıklar, özellikle de papuçlar akşamdan baş köşeye koyulup yatılıyor. Sabah bayram namazı var. O zamanlar Kadıköy'de oturmak bu açıdan biraz sıkıntılı. “Tuhaftır, Kadıköy'de doğru dürüst cami yoktu. Çarşıda Osman Ağa Camii, bir tane de Karacaahmet'in başında İbrahim Ağa Camii var. Başka da cami yok. O bakımdan biraz sıkıntımız vardı. Vasıta da yoktu.” Vasıta konusuna gelince nostalji devreye giriyor, faytonların türleri ve hikayesi başlıyor. “Sadece Kadıköy İskelesi'nde faytonlar vardı. Arabalar iki cinsti. Bir körüklü, bir de üstü yarım yuvarlak şekilde örtülü, karşılıklı kanepeleri olanlar vardı. Bazı asabi kadınlar bu üstü örtülü olanlara binmezdi.” Sebebi? “Bazen cenaze arabası olarak kullanılırlardı. Tabut kanepelerin üzerine konur, gideceği yere götürülürdü. O yüzden binmezlerdi.” Faytonların iki sıra halinde hale doğru uzandığını anlatırken halin de Cumhuriyet döneminde 1926- 27 yıllarında bir İtalyan mimar tarafından muazzam bir para harcanarak yapıldığını öğreniyoruz 'İstanbul'un hafızası'ndan... Ve Kadıköy çarşının yeni yapılan halin yanına taşınmak istenmesini ancak ilk denemede uygulamanın başarısızlıkla sonuçlanmasını… “Deniz tarafına balıkçılar, iç tarafa da diğer esnaf sıralanacak dediler. Milleti mecbur ettiler taşınmaya. O zamanlar Cumhuriyet idaresi, demokrasi filan derlerdi ama bunlar hep devlet zoruyla yapılırdı. Oraya gidip oturacaksın dendi mi, oturacaksın. Şakası yok. İlk önce balıkçılar gitti tablalarını koydular. Şiddetli bir lodos fırtınası oldu. Dalgalar koyun içine girip caddeyi kapladı. Balıkçıların tablaları, balıkları uçtu gitti denize. Ve proje bitti, bina yıllarca metruk durdu.”

Kaynak: Yeni Şafak 

Yorumlar