YARSAV'dan flaş açıklamalar
Yargıçlar ve Savcılar Birliği Başkanı (YARSAV) Başkanı Murat Arslan'ın HSYK'nın yapısında değişiklik öngören düzenleme ile ilgili olarak yazılı bir açıklama yaptı. Açıklamada, "Teklifin yasalaşması halinde yargı sistemi felç olacak" denildi.
Açıklamada, "Yargı yüksek kurullarının varlığı hemen hemen tüm
ülkelerde anayasal düzeyde güvence altına alınmıştır. Yasalarla bu
kurulların yapısıyla sürekli oynamak kabul edilemez"
denildi.
Yargıçlar ve Savcılar Birliği Başkanı (YARSAV) Başkanı Murat
Arslan'ın değerendirmesi şöyle;
"YASALARLA BU KURULLARIN YAPISIYLA SÜREKLİ OYNAMAK KABUL
EDİLEMEZ"
Yargı kurulları, kuvvetler ayrılığı ilkesine saygı bağlamında
"Hukuk Devleti"nin en önemli unsurlarından biri olan 'Yargı
Bağımsızlığı' ilkesini etkili bir biçimde hayata geçirme, yargıç
güvencesini sağlama, adaletin etkinliğini ve kalitesini teşvik
etme, yargı sistemine toplumun güvenini tesis etmeye yardımcı olma
amacıyla oluşturulmuş kurumlardır. Bu niteliğinden dolayı yargı
yüksek kurullarının varlığı hemen hemen tüm ülkelerde anayasal
düzeyde güvence altına alınmıştır. Yasalarla bu kurulların
yapısıyla sürekli oynamak kabul edilemez. Kuvvetler ayrılığının
günümüz toplumlarında ve siyasal yönetimlerindeki uygulama pratiği,
geçmiş yüzyıllardan farklılaşmış ve bu doğrultuda gözler yasama ve
yürütme organı karşısında denetleyici ve dengeleyici rolüyle yargı
organı üzerine çevrilmiştir. Zira günümüzün parlamenter
demokrasilerinde -bu kurumun doğası gereği- yasama ve yürütme
güçleri adeta tek bir organ gibi hareket edebilmiş ve her iki organ
arasında olması gereken kuvvetler ayrılığı ortadan kalkmıştır. Bu
sebeple 20. Yüzyılda kuvvetler ayrılığı ilkesinin siyasi iktidardan
(yasama ve yürütme organları) bağımsızlaştırılmış bir yargı erki
ile karakterize edildiği ve bu anlamıyla işlevsel kabul edildiği
rahatlıkla ifade edilebilir. Dolayısıyla barışçıl bir toplumsal
düzende bireysel hak ve özgürlüklerin olması gerektiği şekilde
korunabilmesi ancak, yasama ve yürütme organları karşısında
kurumsal bağımsızlığa sahip yargı organlarının varlığı ve denetimi
ile mümkündür."
"GETİRİLMEK İSTENEN DÜZENLEME YENİ BİR PARALEL YAPININ
SİNYALLERİNİ VERMEKTEDİR"
"HSYK değişiklik teklifi, siyasal iktidarın içine düştüğü son
derece zor durum nedeniyle panik halinde, refleksif olarak,
pragmatik kaygılarla bir siyasal manevra olarak gündeme
getirilmiştir. Amaç yargı içerisindeki paralel yapı ile mücadele
etmekse bu şekilde olmayacağı çok açıktır. Getirilmek istenen
düzenleme yeni bir paralel yapının sinyallerini vermektedir.
Görülüyor ki, hukukla bağını hızlı üretim yasa, yönetmelik ve
genelgelerle kurduğunu sanan, on yılların birikimini bir kalemde
silip oluşturduğu “yeniöye ilişkin de bütünlük kaygısı taşımayan
bir yönetim anlayışı, her anlamda bir dağılma ve çözülmeye yüz
tutmuştur. Bu ülkeyi kuran değerler üzerindeki "vandalizm"in
faillerindeki telaş ve panik toplumun gözünden kaçmamaktadır.
Yaşananlar ışığında yargının araç, değilse hedef aksında olmasından
daha doğal bir durum bulunmamaktadır."
"SÜREÇ PAYDAŞLARI AÇISINDAN MALİYETİ AĞIR
OLACAKTIR"
"Siyasal iktidar HSYK değişikliği ile yeni durumda yürütmenin yargı
üzerindeki tahakküm ruh ve bilincini tüm yargıya egemen kılmak, tam
bağımlı bir yargı yaratmak istemektedir. Salt amacı bu olunca, bu
değişiklik sürecinden umutlu olmak mümkün bulunmamaktadır. Yargı
ile son dönemdeki yaşanan gerilimler, yargı tabanının önemli
kısmında siyasal iktidara, özellikle Başbakan ve yakın çalışma
ekibine karşı rahatsızlık duyulmasına yol açmıştır.
Meslektaşlarımızın yargı ile ilgili tüm sosyal medya
platformlarındaki görüş ve düşünce açıklamalarında, anketlerde, bu
durum rahatlıkla görülebilmektedir. Gündelik ve siyasal basit
çıkarların gereği olan yasal düzenlemelerle ilgili kısa sürelerde
yaşanan zikzaklar, artık mizah konusu olarak değerlendirilmektedir.
Şu aşamada asgari ölçüde ciddiye alınırlığını ve meşruiyetini
yitirmiş, kendini kurtarma kaygısına düşmüş bir aktörün
öncülüğündeki yasa değişikliği süreci, yaşamsal değerdeki yargı
kurumlarımız açısından olumlu sonuç vermeyecektir. Yargının
bütüncül olarak ele alınmadığı, takaslarla acil gereksinim olan
kısmın eğilip bükülmesine yönelik olan bu süreç, sislerin
dağılacağı kısa süre sonrasında “hukuksuzlukları, yolsuzlukları
örtme çabası" olarak etiketlenecek, süreç paydaşları açısından
maliyeti ağır olacaktır."
"DÜŞÜNME VE KARAR ALMA MEKANİZMALARINI CİDDİ OLARAK
ETKİLEMİŞ GÖRÜNMEKTEDİR"
"Bu teklif ile YARSAV olarak sürekli dile getirdiğimiz; yürütme
organı temsilcisi olan Adalet Bakanı'nın ve hakim-savcı sınıfından
gelse de müsteşarın kurul yapılanmasında yer almasının, ülkemizin
kendine özgü koşullarında, yargı bağımsızlığını sınırlayıcı ve
zedeleyici etki yapacağı konusundaki düşüncelerimizin ne kadar
haklı olduğu bir kez daha teyid edilmiştir. 2010 yılında
gerçekleştirilen HSYK seçimi sırasında gerçekleşen kimi olaylar ve
seçim sonucunda oluşan kurulun yapısı da unutulmamalıdır. Adeta
siyasi iktidar temsilcileri gibi davranan kimi bakanlık
bürokratları ile, uzmanlık ve saygınlıkları ile değil de, siyasi
iktidara yakınlıkları itibarıyla seçilen kimi üyelerin varlığı,
kurulun bağımsız davranma, düşünme ve karar alma mekanizmalarını
ciddi olarak etkilemiş görünmektedir. Dolayısıyla HSYK yapısında
illa ki bir değişiklik olacaksa ilk yapılacak iş Kurul'da Adalet
Bakanı ve Müsteşar'ın varlığına mutlaka son verilmesi ve tüm
işlemlerine karşı yargı yolunun açılmasıdır."
"YARGI BAĞIMSIZLIĞI VE HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ, YARSAV'IN
VAROLUŞSAL DEĞERLERİDİR"
"Diğer yandan YARSAV; var olduğu koşulların ülke içindeki
zorluklarına inat, uluslararası ilişkileri ile saygın, ciddiye
alınan ve takdir gören bir aktör halini almıştır. Yalnızca Avrupa
değil, onun da parçası olduğu tüm dünyadaki yargı meslek örgütleri
ile yargının ortak sorunlarına çözüm platformlarının vazgeçilmez
paydaşı olmuştur. Yargı bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü,
YARSAV'ın varoluşsal değerleridir. Bu değerleri savunmanın olası
bedellerini ve ağır faturalarını en etkili ve tüm meşru olanakları
kullanarak uygar dünyanın gündemine taşıdık ve taşımaya devam
edeceğiz. Küçülen dünyada iletişim kanallarının çokluğu ile herkes,
her şeyden haberdar olma şansını yakalamıştır. İzlediğimiz dünyanın
karşılıklı olarak ilgisine açığız. Bu bağlamda; üyesi bulunduğumuz
Uluslararası Yargıçlar Birliği (IAJ), Avrupa Yargıçlar Birliği
(EAJ) ve Demokrasi ve Özgürlükler İçin Avrupalı Yargıçlar Birliği
(MEDEL) ile Birleşmiş Milletler Yargıç ve Hukukçuların Bağımsızlığı
Özel Raportörü Gabriela Knaul'e son dönemde yargı üzerinden yapılan
kirli iktidar savaşlarını aktardık. Karşılıklı yazışmalarımızdan
anladığımız kadarıyla ülkemizdeki yargının durumunu yabancı
muhataplarımıza anlatmakta hiç zorlanmadığımızı söyleyebiliriz.
Yargı bağımsızlığının amacına aykırı olarak devlet merkezli bir
refleksle vesayete hizmet etmesinin de, demokratik meşruiyet
üzerinden bu defa yargının tek adam tahtının altında yatan
aslanlara dönüştürülmek istenmesinin de, bu ülkeye özgü paradoks
olduğunu gayet iyi anlamakta ve ifade etmektedirler.
“YARGI SİSTEMİ FELÇ OLACAK”
“Derneğimizin girişimiyle, uluslararası yargı örgütleri
aracılığıyla Türkiye'deki yargının içinde bulunduğu durum tüm dünya
kamuoyuna taşınmıştır. Dolayısıyla içerdeki yapı imha edici misyon
sahiplerine, şeffaflık çağında artık hiçbir şeyin gizlenemediği ve
ulusal sınırlar içinde tutulamadığı, hukukun üstünlüğü ve yargının
bağımsızlığı noktasında aynı kaygıları paylaşan birçok uluslararası
aktörün var olduğu, haksızlık ve hukuksuzlukların bu aktörlerin
objektif gözlem ve tespitleri ile yine ortaya konacağı gerçeğini
hatırlatıyoruz. Teklif'in yasalaşması durumunda, hukuk devleti ve
yargı bağımsızlığı ilkeleri rafa kalkacak, yargı sistemi felç
olacak, meslektaşlarımız nezdinde de telafisi imkânsız hayal
kırıklıklarına yol açılacaktır."
DEĞİŞİKLİK TEKLİFİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
"Bilindiği üzere Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (“Kurul")
Anayasa'da yargısal fonksiyonu olmayan, idari kararlar alma
yetkisiyle donatılmış idari bir kurul olarak düzenlenmiştir. Ancak
Anayasa'nın Kurul'u düzenlendiği 159. maddesine bakıldığında ilk
fıkra ile Kurul'un idari bir kurum olmasına karşın Anayasa koyucu
tarafından klasik idari kurumlardan ayrıldığı, Kurul'a, yargının
bağımsızlığı ve tarafsızlığını sağlayacak kurumsal araçlardan biri
olarak, farklı bir kamusal kimlik atfedildiği görülmektedir.
Nitekim Anayasa koyucu Anayasa'nın farklı maddelerinde düzenlenen
diğer idari kurumların/kurulların kuruluş ve görevlerinin kural
altına alınmasından farklı olarak HSYK açısından “mahkemelerin
bağımsızlığı" ve "hâkimlik teminatı" ilkelerinin esas alınacağını
belirtmiştir. Dolayısıyla Anayasa koyucu 159. madde ile Kurul'u
klasik idari kurumlardan ayırmış ve Kurul'a Adalet Bakanlığından ve
dolayısıyla siyasi iradeden bağımsız ayrı özerk bir irade vermeyi
amaçlamış, sonuçta üyelerin seçimini kural altına alan fıkralar
başta olmak üzere maddenin tümü bu temel amaçtan hareketle
düzenlenmiştir. İfade edilen bu amaç 159. maddenin ilk fıkrasında
“Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, mahkemelerin bağımsızlığı ve
hâkimlik teminatı esaslarına göre kurulur ve görev yapar" denilerek
tereddüde yer bırakmayacak açıklıkta ifade edilmiş ve Kurul'un
organizasyon yapısı ve işleyişine ilişkin tüm kuralların klasik bir
kamu kurumundan/idari kurumdan farklı olarak “mahkemelerin
bağımsızlığıö ve "hâkimlik teminatı" ilkelerine uygun olması
gerektiği belirtilmiştir. Madde metni bütünüyle incelendiğinde;
Anayasa koyucunun öncelikle Kurul'u, yerine getirdiği hassas
fonksiyon nedeniyle, klasik bir idari kurum olarak görmediği ve
olağan bürokratik hiyerarşiden ayırdığı, ardından da Kurul'a Adalet
Bakanlığı ve siyasi iradeden bağımsız kendi inisiyatifi ile
kullanabileceği özerk bir irade tanımayı amaçladığı görülmektedir.
Anayasa koyucu bu amaçtan hareketle ilgili maddenin ilk fıkrasında,
Kurul'un organizasyon yapısı ve işleyişine ilişkin yapılacak
düzenlemelerin "mahkemelerin bağımsızlığı" ve "hâkimlik teminatı"
ilkeleri çerçevesinde yapılacağını belirterek Meclisin sahip olduğu
takdir yetkisini daha baştan bu ilkeler ile sınırlamış ve bu
anlamda Kurul'un özerk iradesinin varlığını anayasal güvenceye
kavuşturmuştur. Dolayısıyla 159. maddenin son fıkrasında Meclis'e
tanınan, kurul üyelerinin seçimini, dairelerin oluşumunu ve
işbölümünü, Kurulun ve dairelerin görevlerini, toplantı ve karar
yeter sayılarını, çalışma usul ve esaslarını, dairelerin karar ve
işlemlerine karşı yapılacak itirazları ve bunların incelenmesi
usulü ile Genel Sekreterliğin kuruluş ve görevlerini kanunla
düzenleyebilme yetkisi, tamamen sınırlı bir yetki olup ancak ilk
fıkrada belirtilen "mahkemelerin bağımsızlığı" ve "hâkimlik
teminatı" ilkeleri çerçevesinde kullanılabilecek bir yetkiyi ifade
etmektedir."
"YARGIYI TÜMÜYLE KONTROL ALTINA ALMAYI AMAÇLADIĞI
GÖRÜLMEKTEDİR"
"Oysa Meclis'e sunulan teklif metni incelendiğinde; Kurul'un
organizasyon yapısı ve işleyişine ilişkin düzenlemelerde 159. madde
uyarınca riayet edilmesi gereken “mahkemelerin bağımsızlığıö ve
“hâkimlik teminatıö ilkeleri hiçe sayılmış, bir yandan Kurul adeta
Adalet Bakanının emrinde, Bakanın iradesi dışında irade
kullanamayan sıradan klasik bir kamu kurumuna/idari kuruma
dönüştürülürken, diğer taraftan seçimle gelen üyeler Bakanın
emrinde, Bakanın izni dışında karar alamayan bürokratik hiyerarşide
görev yapan sıradan memur konumuna getirilmiştir. Diğer bir
ifadeyle teklif ile; yargının bağımsızlığı ve dolayısıyla
tarafsızlığı adına hayati bir fonksiyon icra eden Kurul, siyasal
iktidarın/yürütme organının siyasi müdahale ve manevralarına
tamamen açık hale getirilmiştir. Teklif ile; siyasal iktidarın
Kurul'u manipüle ederek bağımsız ve tarafsız olması gereken yargıyı
tümüyle kontrol altına almayı amaçladığı görülmektedir.
Dolayısıyla, Teklif'te yer alan HSYK'ya yönelik düzenlemeler
Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesine, 138. ve
159. maddelerine açıkça aykırılık içermektedir."
'DÖNÜŞTÜRME/SİYASALLAŞTIRMA' ÇOK AÇIK BİR ŞEKİLDE
GÖRÜLEBİLMEKTEDİR
"Teklif metninde öngörülen bazı değişiklikler teknik bir inceleme
ile değerlendirildiğinde, ifade edilen 'dönüştürme/siyasallaştırma'
çok açık bir şekilde görülebilmektedir. Örneğin; (ki bu örnekler
daha kapsamlı teknik bir inceleme ile çoğaltılabilir)
1) Teklifin 27. maddesinde; Kurul üyeleri hakkındaki suç
soruşturması ile disiplin soruşturma ve kovuşturma işlemlerini
yürütmek ve bu konuda gerekli kararları verme yetkisinin siyasi bir
kişilik olan Bakana verilmesi, görevlerini bağımsız bir şekilde
yapmak durumunda bulunan Kurul üyeleri üzerinde adeta demoklesin
kılıcı gibi durmaktadır. Böyle bir yetkinin siyasi bir kişilik olan
Bakana verilmesi karşısında üyelerin nasıl olup da bağımsız ve
tarafsız şekilde karar verebilecekleri cevap bulunması gereken
ciddi bir sorudur.
2) Teklifin 29. maddesinde; Kurulun birinci ve ikinci dairelerinin
beş üye, üçüncü dairesinin onbir üyeden oluşacağı ve üyelerin hangi
dairede görev yapacağının Başkan tarafından belirleneceği
öngörülmüştür.
Bu düzenlemenin rasyonel hiçbir gerekçesi bulunmamaktadır ve bu
durumda HSYK üyelerinin seçimle gelmesinin hiçbir anlamı
kalmamaktadır. Bakan tarafından belirlenecek 5'er üye 1. ve 2.
Daire'ye atandıktan sonra kalan 11 üye de 3. Daire'ye atanmaktadır.
Atamalar, görevlendirmeler v.b. kritik işlemler 1. ve 2. Dairenin
görev alanındadır. 3. Daire ise Bakanlıklarda bulunan ve kızağa
çekilenler için oluşturulan müşavirlik birimine dönüşmektedir.
1. ve 2. Dairelere Başkan tarafından; Cumhurbaşkanı tarafından
atanan 4 üye, Adalet Akademisinden gelen 1 üye ve Müsteşarın
dağıtılmasıyla oluşan pozisyonda kürsüden ve yüksek yargı
organlarından seçimle gelen 15 asıl üyenin hiç bir fonksiyonu
kalmamaktadır. Çünkü 1. ve 2. Daireler 5 üyeli olduğu için çoğunluk
yönünde karar alabilecek 3'er kişi yeterli bulunmaktadır.
Sonuç, tam da istenilen biçimde, bu sistemle azınlıkta kalan 6 HSYK
üyesinin, çoğunluk olan 15 HSYK üyesi üzerindeki tahakkümüne yol
açılmaktadır.
3) Teklif metninin 33 ve 36. maddelerinde; Kurul tetkik hâkimleri
ve müfettişlerinin Başkan'ın göstereceği iki katı kadar aday
arasından Genel Kurulca atanacağı öngörülmüştür.
Anayasanın 159. maddesinin (11) numaralı fıkrasında;
"Kurul müfettişleri ile Kurulda geçici veya sürekli olarak
çalıştırılacak hâkim ve savcıları, muvafakatlerini alarak atama
yetkisi Kurula aittir."
Aynı maddenin (12) numaralı fıkrasında;
"Adalet Bakanlığının merkez, bağlı ve ilgili kuruluşlarında geçici
veya sürekli olarak çalıştırılacak hâkim ve savcılar ile adalet
müfettişlerini ve hâkim ve savcı mesleğinden olan iç denetçileri,
muvafakatlerini alarak atama yetkisi Adalet Bakanına aittir.”
Aynı maddenin (13) numaralı fıkrasında;
"Kurul üyelerinin seçimi, dairelerin oluşumu ve işbölümü, Kurulun
ve dairelerin görevleri, toplantı ve karar yeter sayıları, çalışma
usul ve esasları, dairelerin karar ve işlemlerine karşı yapılacak
itirazlar ve bunların incelenmesi usulü ile Genel Sekreterliğin
kuruluş ve görevleri kanunla düzenlenir."
Denilmektedir. Bu şekilde HSYK teftiş kuruluna ve tetkik
hâkimliğine atama yetkisi Genel Kurula, Adalet Bakanlığı teftiş
kuruluna ve tetkik hâkimlerine yönelik atama yetkisi ise Bakana
verilmektedir.
Burada; hâkimlerin ve Cumhuriyet savcılarının denetimini yapan HSYK
müfettişlerinin olabildiğince tarafsız ve bağımsız bir yöntem
çerçevesinde atanmasının amaçlandığı çok açıktır. Anayasa yargı
bağımsızlığının sağlanabilmesi adına, HSYK teftiş kurulunun daha
bağımsız bir şekilde teşekkül etmesini istemektedir. Kanunla
getirilen düzenlemede, atanacak kişileri Adalet Bakanı'nın
belirleyeceği öngörülmekte olup, bu durumda HSYK genel kurulunun
yetkisi sembolik olmaktan öteye gidemeyecektir. Bu durum hukuk
devleti ilkesiyle bağdaşmamaktadır.
Öte yandan Anayasa'da HSYK müfettişlerinin ve tetkik hâkimlerinin
atama yetkisi Genel Kurula verildikten sonra, bu yetkinin nasıl
kullanılacağı konusunda kanunî düzenleme yapılacağına ilişkin bir
ibareye yer verilmemiştir. (Anayasa Madde 159/son fıkra) Bu konuda
ne Anayasa'nın 159. maddesinde ne de başka bir yerinde özel hükme
yer verilmemiştir. Genel Kurula Anayasa'yla tüm hâkim ve Cumhuriyet
savcıları arasından atama yetkisi verildiği halde, kanunla bu sayı
atanacak kişilerin iki katıyla sınırlanmaktadır. Anayasal bir
yetkinin bu şekilde herhangi bir ölçüye bağlı kılınmaksızın kanunla
sınırlanması hukuk devleti ilkesine aykırılık oluşturmaktadır.
4) Teklifin 39. maddesinde; Genel Kurul gündemini belirleme
yetkisinin Başkana ve dolayısıyla Bakana verilmesi kurul üyelerine
ve dolayısıyla Genel Kurula tanınan yetkilerin içinin boşaltılması
anlamına gelmektedir. Zira Genel Kurul hangi yetkilere sahip olursa
olsun sonuçta bu yetkilerin kullanılabileceği konuların gündeme
alınması gereklidir, oysa gündemi belirleyecek olan Bakandır,
dolayısıyla bu düzenleme ile Genel Kurul aslında Bakanın
belirlediği konularda yine Bakanın belirlediği yetkileri
kullanabileceklerdir. Bu durumda teklif ile adeta klasik memur
konumuna getirilen Genel Kurulun, nasıl olup da 159. madde gereği
mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı ilkelerinin
sağladığı güvence içinde yetki kullanabileceklerinin izahı gerekir.
Ayrıca Bakanın iradesi dışında yetki kullanamayacak olan üyelerin
yargı mensuplarının oylarıyla demokratik bir şekilde seçilmesinin
de bu noktada hiçbir önemi kalmamaktadır.
5) Teklif metninin 49. maddesinde (bu kısımda 6087 sayılı Kanun'dan
farklı olarak, 6216 sayılı Kanun'da öngörülen değişiklik
incelenmiştir); 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve
Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'da değişiklik öngörülmüş,
Yargıtay, Danıştay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi genel
kurullarınca Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçilmek üzere
Cumhurbaşkanına sunulacak üyeler için “en az 6 yıl kıdemli olma”
şartı getirilmiştir. Oysa 6216 sayılı Kanun'un tekliften önceki
lafzı Anayasa'nın aynı konuyu düzenleyen 146. maddesinin 3.
fıkrasıyla birebir aynıdır. Dolayısıyla teklif ile aslında 6216
sayılı Kanun değil “hukuka karşı hile” ile Anayasa'nın 146.
maddesinin 3. fıkrası değiştirilmiştir. Zira teklif ile 146. madde
de olmayan “en az 6 yıl kıdemli olma” gibi yeni bir şart getirilmiş
ve böylelikle olağan kanun aracılığı ile anayasa değişikliği
gerçekleştirilmiştir. Söz konusu teklif bu anlamda Anayasa'nın 146.
maddesinin açıklanması olarak da görülemez. Çünkü teklif ile
öngörülen yasa değişikliği Anayasa'nın Anayasa Mahkemesi üyeliğine
seçilebilme koşullarının düzenlendiği 146. maddesini
somutlaştıran/açıklayan bir düzenleme değil, bu madde de getirilen
koşula (genel kurullarca karar vermek) ek koşul getirmek (en az 6
yıl kıdemli olmak) suretiyle bu maddeyi değiştiren bir yasa
niteliğindedir. Anayasa-kanun ilişkisinde somutlaştırma/açıklama
ile değiştirme işlevleri arasındaki fark hayati öneme sahiptir.
Zira anayasa-kanun ilişkisinde kanunların ancak
somutlaştırma/açıklama fonksiyonu söz konusudur, bir anayasa
kuralını değiştirmek olağan kanunların değil anayasa değişikliğine
ilişkin kanunların üstlenebileceği bir fonksiyondur. Diğer bir
ifadeyle Anayasanın 11. maddesinde kural altına alınan “anayasanın
bağlayıcılığının ve üstünlüğünün” zorunlu sonucu olarak anayasalar
olağan yasama organınca olağan kanunlar yoluyla değil anayasa
koyucu tarafından anayasa değişikliğine ilişkin kanunlar yoluyla
değiştirilmek zorundadır. Aksi bir durumda normlar hiyerarşisinin,
anayasanın üstünlüğünün ve bağlayıcılığının bir anlamı
olmayacaktır. Bu anlayış doktrinde, anayasanın bağlayıcılığı ve
üstünlüğü ilkesi çerçevesinde, “bir kuralı kim koymuş ise bu kuralı
kaldırmak, değiştirmek veya bu kurala istisna getirmek yine aynı
organın yetkisindedir” şeklinde ifade edilmekte, görev ve yetki
kurallarının olması gerektiği gibi işlemesine olanak sağlayan
hukuki muhakeme için zorunlu kabul edilmektedir."
Yorumlar