Mustafa Erdoğan: Gezi, bir darbe girişimi değildi

İstanbul Ticaret Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Erdoğan, Gezi olaylarının bir darbe girişimi olarak değerlendirilemeyeceğini söyledi.

Google Haberlere Abone ol
Mustafa Erdoğan: Gezi, bir darbe girişimi değildi

İstanbul Ticaret Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Erdoğan, Gezi olaylarının bir darbe girişimi olarak değerlendirilemeyeceğini söyledi. Erdoğan, “Gezi’yi darbe ile açıklamak insanlara saygısızlık, hakaret. AK Parti’ye oy verenler de oradaydı.” dedi.

Aksiyon dergisinden Muhsin Öztürk’e konuşan Prof. Dr. Mustafa Erdoğan, Gezi olaylarından dershane tartışmalarına, askeri vesayetten statükoya birçok konuya değindi. Mustafa Erdoğan, röportajında şu görüşleri dile getirdi:

"-Gezi meselesi darbe çerçevesinde yorumlandı iktidar çevresinde. Ne diyorsunuz buna?

Orada öyle bir şey yok. Gezi’deki hareketlilik, aslında toplumun farklı kesimlerinde iktidarın bazı icraatlarından ve belki de söyleminden duyulan hoşnutsuzluğun tesadüfen patlamasıdır. Normal bir oturma eylemi, hükümetin polis gücünü kullanmasındaki basiretsizliğinin etkisiyle daha büyük bir tepkiye dönüştü. Ama bu tepki hükümeti devirme tepkisi değil, normal bir protesto gösterisi. Tabii ki bu gruplar içerisinde kategorik olarak hükümet karşıtı olanlar da vardır. Ama onlar gerçekten hükümeti devirmek istiyor olsalar bile, devirebilecek durumları yok. Çünkü iktidar, bütün bu tür girişimlere dayanak oluşturabilecek altyapıyı çökertmiş durumda. Yani bir devlet vesayetine dayanan güç kalmadı. Dolayısıyla gerçekten öyle bir şey isteyenler açısından da fizıbıl bir şey değildi.

-Yani Gezi’nin bir darbe girişimi olduğunu düşünmüyorsunuz?

Oraya katılan gruplar çok çeşitliydi. Böyle homojen bir yapı değildi şüphesiz. O gruplar içerisinde normal işinde gücünde insanlar, orayı bir panayır gibi düşünen insanlar vardı. Hükümete karşı birikmiş şeyi bir biçimde boşaltmak isteyen, sözlü olarak deşarj olmak isteyen insanlar mevcuttu. Bunun yanında bir de ulusalcı, Ergenekon zihniyetine yakın insanların da olduğu açık, doğru. Ama bunlar hem orada çoğunluğu teşkil etmiyorlar, hem de böyle düşünüyor olsalar bile potansiyel yok, böyle güçleri vs. yok. Hükümetin de bakışının öyle olmaması gerekir. Burada bir toplumsal olay var, protesto gösterisi var. Devlet buna karşı demokratik bir toplumda verilmesi gereken tepkiyi mi veriyor yoksa onu aşan, demokrasiye yakışmayan bir tepki mi veriyor? Bence Türkiye’de hükümet demokratik bir toplumda olmayacak tarzda ileri bir tepki verdi. Yani insanların varsaydığı niyetlerinden hareketle bir komplo teorisi üretti, bunu yazıp çizenler oldu. Bu tamamen varsayıma dayalı bir şeydir.

-Bu ısrar devam ediyor biliyorsunuz! Komploydu vesaire diye…

O zaman millî istihbarat teşkilatınız var. Komplo teorilerini bir yana bırakıp, bu varsayımları somut olarak topluma açıklayın bakalım. Bakın sizin bilmediğiniz şu şu olaylar vardı, bunlar silahlı kuvvetlerin şu unsurlarıyla şöyle bir şey içindeydiler, polisin içinde şu unsurla şu bağlantı içindeydiler, uluslararası da böyle bir hazırlıkları vardı, şu aşamaya gelmişlerdi falan. Böyle bir şey olsaydı şu ana kadar bin defa bunu açıklarlardı. Ve bu oradaki insanlara saygısızlık, hakarettir. Oraya gitmiş insanlar biliyorum, önemli bir kısmı hükümete oy vermiş insanlar. Önemli bir kısmı hükümetin reformlarını takdir eden insanlar. Sen toptan bir şekilde onları karalıyorsun.

‘DEVLETÇİ EĞİTİM SİSTEMİNİN TAKVİYE EDİLMEK İSTENMESİ YANLIŞ’

-Son günlerin gözde tartışma konusuna ne dersiniz? Biz eğitimi mi tartışıyoruz?

Öteden beri Türkiye’deki rejimin demokrasiyle uyuşmayan, karakteristik vasıflarından biri de eğitimin devletin tekelinde veya kontrolü altında olmasıdır. Bu onu vesayetçi yapının uzantısı kılıyor zaten. Eğitim sistemi, Türkiye’deki eğitim örgütlenme tarzı, medeni sivil bir anlayışa uygun değil bir defa. Muhafazakâr duyarlılığa sahip olanlar, dünyada devletin kontrolünden bağımsız olarak eğitimde sivil inisiyatif örgütlenmesini savunuyor. Türkiye’de devleti artık kontrol ettikleri için, eğitimi tamamen devletin öncelikleri açısından tanzim etme yaklaşımını benimsemiş görünüyorlar. Özellikle hükümetin çizgisi bu. Amerika’da şöyle bir şey var; nasıl ki devlet kiliseye, ekonomiye karışmamalı aynı zamanda eğitim de devletin işi değildir, devlet o alanı tekeline almamalı. Şimdi Türkiye’de mevcut anayasal yapı açısından ve diğer Tevhid-i Tedrisat mevzuatı açısından baktığınızda devletçi eğitimin dışında sahici bir alternatif eğitim yok. Devletçi eğitime alternatif eğitim kanallarının desteklenmesinden yana tutum almaları gerekirken muhafazakâr bir iktidarın, devletçi bir eğitim sistemini daha da takviye etmeye çalışması yanlıştır.

-Biliyorsunuz, müfredat meselesi var ki, orada bir ilerleme olmuyor, devletçilik bahsinin ana gövdesi iken…

Hükümetin mücadele verdiğini düşündüğü vesayetçi sisteminin ideolojik temeli bu eğitim sistemin içindedir. Müfredata müdahale edilemiyor. Gerçekten eğitimde bir şey yapmak isteniyorsa utanç verici o ders kitaplarını değiştirsinler. Yakın tarihe ilişkin yalan yanlış bilgiler dâhil olmak üzere, tamamen ideolojik endoktrinasyona dayalı müfredat var; hani erkeksen diye bir şey var ya, erkeksen onu değiştir. Asıl problem odur Türkiye’de. Ben tamamen alternatif bir eğitim sisteminden, çoğulcu bir eğitim sisteminden yararlanmalıyım. Dolayısıyla efendim dershaneleri kapatalım ve onları okula dönüştürelim, okullar da devletin gözetimi ve denetimi altında olsun. Savunulacak mesele değil ki bu. Tam tersine senin sivil çoğulcu bir alternatifi teşvik etmen lazım. Eğitim meselesine kolektivist açıdan, hatta sosyalist açıdan bakıyorlar. Devlet eliyle insanları terbiye etmek temel felsefesine bağlılar.

‘AK PARTİ, ALDIĞI OYA SADAKAT GÖSTERMİYOR!

-Muhafazakârların devlete bakışının değişiminde 28 Şubat’ın büyük etkisi oldu. Şimdi ‘devlet’ten gelene sonsuz güven göze çarpıyor. 28 Şubat’tan alınan ders unutuldu mu?
Evet, o düşünce tekrar eskisine çevriliyor. En çok yazık olacak şeylerden birisi de bu dönüşümdür. Devlet beşerî bir kurumdur. Bu hükümetin yardımıyla, desteğiyle tersine çevrilme eğilimi içine girdi. Mesafeli duruşu, devletle özdeşleşmek suretiyle, ‘devlet bizim olduğuna’ göre diye düşünüp eski bakış açısını terk etmek... Uzun vadede yanlış olduğu açıktır. Devlet hep böyle gitmeyecek. Sanki bunlarda ilanihaye iktidarda olacaklarmış gibi bir düşünce var. Öyle olmayacağı bellidir. Mesele şu; biz ya da şu; iktidarda olalım ya da olmayalım, öyle bir devleti organize edelim ki bunun potansiyel zararlarını en aza indirelim, herkes için. Bende olunca mesele yok diye düşünemezsin. Kaldı ki buna güvensen bile bu sefer başkaları için mağduriyet yaratıyorsun. Herkes için devletin sınırlarının, neyi yapıp yapamayacağının belli olduğu, topluma zarar verme riskinin en aza indirildiği sınırlar çizilmeli. Geleneksel otoriteryen anlayışa dönüş büyük bir kayıp olur.

-Bu devletçiliğin birdenbire görünür olması da ilginç değil mi?

Aslında bu, Tayyip Erdoğan ekibinin içinden geldiği Millî Görüş hareketinin tekrar ortaya çıkmasıyla ilgili. O devletçi bir görüştür. Devleti kontrol ederek istediğini yapmaktır. Kadrolaşmaları baştan beri dikkatimi çekti. Orta sağ tabana dayanıyor. En baştan beri Doğru Yol ve ANAP tabanına, merkez sağa hitap ediyor, hatta ‘biz Demokrat Parti’nin devamıyız’ diyorlar ama kadrolaşması öyle değil. Kadrodakiler büyük ölçüde Millî Görüş geleneğinden gelenler ya da sadece Erdoğan’ın İstanbul Belediyesi’ndeki ekibinden. Buna rağmen, toplumun destek veriyor olması büyük bir lütuf. Adalet Partili, ANAVATAN Partili vs. Millî Görüş’ün dışında kalanların çoğu bu dönemde kadrolara giremiyorlar. Aldığı oya sadakat göstermiyor, diyebilirim.”



CİHAN

Yorumlar