İşkence iddiası bile var, böcek soruşturmasını yapanlara dava açılıyor

Böcek soruşturması kapsamında gözaltına alınan emniyet görevlilerinin avukatı Mehmet Sürer, müvekkilerinin tuvalet ihtiyacının geciktirildiğini, haysiyet kırıcı muameleye tabi tutulduğunu, uykusuz bırakıldığını, haksız yere kelepçelendiğini,...

Google Haberlere Abone ol
İşkence iddiası bile var, böcek soruşturmasını yapanlara dava açılıyor

Böcek soruşturması kapsamında gözaltına alınan emniyet görevlilerinin avukatı Mehmet Sürer, müvekkilerinin tuvalet ihtiyacının geciktirildiğini, haysiyet kırıcı muameleye tabi tutulduğunu, uykusuz bırakıldığını, haksız yere kelepçelendiğini, delillerin karartıldığı bildirdi.

Dinleme cihazlarını MİT görevlilerinin de koyma ihtimali bulunduğunu belirten Sürer, soruşturmada Başbakanlık Danışmanı Mustafa Varank’ın da şüpheli olarak yer alması gerektiğini ifade etti. Uzunca bir açıklama yaparak hukuksuzlukları tek tek sıralayan avukat Sürer, yarın işkence, hukuka aykırı eylem ve işlem yapan kişiler hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunacaklarını açıkladı.

Açıklamasında savcılık ve kolluk kuvvetlerinin hukuk dışı uygulamalara tevessül ettiklerini bizzat gördüklerini vurgulayan Sürer, "Bu süreç bizlere, sokaktaki vatandaşın artık güvenliğinin kalmadığını, adli kolluk kuvvetlerinin tamamen yürütme organının emrine girdiğini bir kez daha göstermiş oldu." dedi.

BAŞBAKAN'I SUÇLADI

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın henüz soruşturma aşamasında olan ve şüpheli konumunda bulunan müvekkilleri hakkında yargı kararı varmış gibi açıklama yaptığını hatırlatan avukat Mehmet Sürer, "Yargı kararı varmışçasına hükümlü statüsüyle nitelendirip, bu yönde açıklama yapmasını yargıyı etkilemeye yönelik ve itirazı inceleyecek mahkemeyi baskı altına alma gayreti olarak görüyoruz." ifadesini kullandı.

Müvekkillerinin suçlandığı dosyada hiçbir delil olmadığını, yürütme organının yoğun baskısı ve etkisi ile bir soruşturma, bir algı operasyonu yürütüldüğünü vurguladı. Sürer, müvekkillerine yönelik hukuksuzluklardan bazıları şöyle sıraladı: " Müvekkillerimiz teşhir amaçlı olarak adliye binasına kelepçeli olarak getirilmiştir. Müvekkillerimize öğlen yemeği verilmemiştir. Tuvalet ihtiyaçları bildirdikleri saatten iki saat sonra yerine getirilerek işkence edilmiştir. İfade alan polis memurları tarafından sürekli nezaketsiz, saygısız ve insanlık onuruyla bağdaşmayan haysiyet kırıcı muamelelerde bulunulmuştur. İfade alma işlemi gece yarısı yapılmış, müvekkillerimiz kasıtlı olarak uykusuz bir halde 21 Haziran 2014 günü saat 11.00 sularında savcılığa, 18.30 sularında da mahkemeye çıkarılmışlardır."

AÇIKLAMANIN TAM METNİ

Avukat Mehmet Sürer'in yaptığı açıklamanın tam metni şöyle:

"Kamuoyuna Sayın Başbakan’ın evinde ve çalışma ofisinde müvekkillerimiz tarafından konulduğu iddia edilen dinleme cihazları operasyonu olarak duyurulan ve müvekkillerimizin Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talimatıyla gözaltına alındığı operasyon sırasında yaşadığımız hukuksuzlukların duyurulması ve bilinmesi amacıyla aşağıdaki basın açıklamasının yapılması zorunluluğu doğmuştur.

Emniyet mensubu olarak çalışmakta olan ve geçmişte bir dönem İstihbarat Daire Başkanlığı ile Başbakanlık Koruma biriminde görev alan müvekkillerimiz 17 Hazuran 2014 tarihinde sabah 06.00’dan itibaren gözaltına alınmış, 3 gün gözaltında tutulduktan sonra 4. gün olan 20 haziran 2014 tarihinde adliyeye sevk edilmiş, müvekkillerimiz sevk edildiği nöbetçi mahkemece serbest bırakılmıştır.

I-GÖZALTI İŞLEMLERİ SIRASINDA YAŞANAN HUKUKSUZLUKLAR

Anayasamızda demokratik bir hukuk devleti olarak tanımlanan, Avrupa Birliğine tam üyelik müzakerelerini yürüten, AİHM’nin yargı yetkisini tanımış olan, temel hak ve özgürlükler alanında önemli reformlar gerçekleştiren 2014 Türkiye’sinde savcılık ve kolluk kuvvetlerinin bu olayda karşılaştığımız uygulamalarıyla anayasada tanımlanan hukuk devleti ilkesinden ne kadar uzaklaştığını, savcılık ve kolluk kuvvetlerinin yanlarında savunma makamı olarak biz avukatlar bulunmamıza rağmen hukuk dışı uygulamalara tevessül ettiklerini bizzat görmüş olduk.

Bu süreç bizlere, sokaktaki vatandaşın artık güvenliğinin kalmadığını, savcılık teşkilatına bağlı olarak görev yapması gereken adli kolluk kuvvetlerinin tamamen yürütme organının emrine girdiğini bir kez daha göstermiş oldu.

Üzülerek ülkemizin hukuk devleti olmaktan hızla uzaklaştığını görmekteyiz. Siyaset kurumunun işleyişi ile ilgili yolsuzluk iddialarını görevini hakkıyla yapan seçkin kamu görevlilerinin üzerine çeşitli iftiralar atmak yoluyla kapatmak isteyen ve bunları gündem değiştirme aracı olarak kullanan yürütme organının baskıcı ve hukuk dışı etkisinin tüm adli mekanizmayı kuşattığını ve bunun adaletin gerçekleşmesi açısından her Türk vatandaşını tehdit ettiğini tüm halkımıza duyurmak istiyoruz. Korkumuz odur ki bundan sonrada hangi görüş, inanç ve düşünceden olursa olsun bütün vatandaşlarımız bu tür keyfi muamelelere maruz kalacaklardır.

Anayasamız tarafından açıkça güvence altına alınan ve yargının hür bir şekilde çalışmasının teminatı olan 'yargı bağımsızlığı' ilkesinin yürütmenin başı olan Sayın Başbakan’ın bugünkü açıklamaları ile yara aldığını üzülerek görmüş bulunmaktayız. Sayın Başbakan’ın henüz soruşturma aşamasında olan ve şüpheli konumunda bulunan müvekkilleri yargı kararı varmışçasına hükümlü statüsüyle nitelendirip, bu yönde açıklama yapmasını yargıyı etkilemeye yönelik ve itirazı inceleyecek mahkemeyi baskı altına alma gayreti olarak görüyoruz.

Buradan, şaşmaz terazisi ile vicdanında haklı ve haksızı ayıran ve bugüne kadar hep mağdur ve mazlumun yanında bulunan milletimize açık yüreklilikle şunları söylemek istiyoruz:

Aşağıda da izah edileceği üzere müvekkillerimizin suçlandığı bu dosyada hiçbir delil yoktur. Bir algı operasyonu kapsamında yürütme organının yoğun baskısı ve etkisine maruz kalan, savcı ve onun emriyle adaletin gerçekleşmesi için hareket etmesi gereken kolluk, kurgu ve komplolara dayanan, iftira ve varsayımlardan hareketle masum insanlara yönelik bir soruşturma yürütmüştür.

Bu soruşturma kapsamında masum olduklarına emin olduğumuz müvekkillerimizin kurgu, komplo, iftira ve varsayımlara dayandırılarak yapılan hukuksuzlukların tamamını reddediyoruz. Bu konuda gerek milli gerekse uluslararası boyutta tüm haklarımızı sonuna kadar arayacağımızı ve sorumlular hakkında tüm hukuki yollara başvuracağımızı belirtmek istiyoruz. En temel insan hak ve özgürlüklerine saldırı boyutuna ulaşan ve benzerine üçüncü dünya ülkelerinde ancak rastlanabilecek olan bu usulsüzlükleri tarihe not düşmek ve tüm kamuoyuna duyurmayı bir görev olarak görüyoruz.

Bu kapsamda;

1. Neredeyse 3 yıldır yürütülmekte olan ve tüm bilgi ve belgelerin uzun süre önce toplanması sonlandırılmış bir olaya ilişkin soruşturmada, Ankara Emniyet Müdürlüğü TEM Şube Müdürlüğü 11 kişinin gözaltı işlemleri için 4 gün olan kanuni sürenini tamamı kullanılmıştır. İstenildiğinde 24 saat içerisinde tamamlanabilecek işlemler kasıtlı olarak geciktirilmiştir. Böylece gözaltı işlemi müvekkillerimiz için bir eziyet ve yargısız infaza dönüştürülmüştür. Bu şekilde müvekkillere psikolojik baskı uygulanmıştır.

2. İnsanları gözünü kırpmadan öldüren silahlı terör örgütü mensuplarına dahi yapılmayan uygulamalar müvekkillerimize yapılmıştır. Müvekkillerimiz gözaltında geçen her gün sabah gün doğmadan uyandırılarak kaçma tehlikesi olmadığı halde, arkadan elleri kelepçelenerek sağlık raporları alınmıştır. Aylardır isimleri gazete köşelerinde çarşaf çarşaf yayınlanmasına rağmen kaçmayan ve adreslerinde gözaltına alınan emniyet mensubu müvekkillerimize hangi gerekçe ile kelepçe takılmıştır?

3. Gözaltında en temel zaruri ihtiyaçları olan yeme-içme, uyku ve tuvalet ihtiyaçları göz ardı edilmiştir. Müvekkillerimize öğlen yemeği verilmemiştir. Tuvalet ihtiyaçları bildirdikleri saatten iki saat sonra yerine getirilerek işkence edilmiştir.

4. Gözaltı Yönetmeliğinde ve İşkenceyi Önleme Komitesi raporlarında belirtilen standartlara uyulmadan; sürekli yoğun ışık altında, devamlı çalıştırılan ve yüksek gürültülü pervaneler ve onların oluşturduğu hava akımı altında tek kişilik hücrelerde hiçbir işlem yapılmadan 3 gün boyunca psikolojik işkenceye maruz kalmışlardır. Uykusuz kalmaları, yorgun, bitkin ve psikolojileri bozuk halde, savcılığa çıkmaları temin edilmeye çalışılmıştır. Bunun işkence ve kötü muamele suçunu oluşturduğu gerek Yargıtay gerekse AİHM kararlarında sabittir.

5. Emniyette ifadelerin alınması esnasında bazı avukat arkadaşlarımıza karşı ifadeyi alan polis memurları tarafından sürekli nezaketsiz, saygısız ve insanlık onuruyla bağdaşmayan haysiyet kırıcı muamelelerde bulunulmuştur.

6. Gözaltı süresi içerisinde ilk 72 saat hiçbir işlem yapılmamış son gece bilinçli bir şekilde ifade alma işlemi gece yarısı yapılmış, müvekkillerimiz kasıtlı olarak uykusuz bir halde 21 Haziran 2014 günü saat 11.00 sularında savcılığa, 18.30 sularında da mahkemeye çıkarılmışlardır.

7. Müvekkillerimizden Ahmet Türer bu süreçte 01.45 te kalp rahatsızlığı geçirmesi üzerine ambulans çağrılmış, 24 saat müşahede altında tutulmadan üç saat gibi kısa bir süre içerisinde geri getirilerek ifade alma işlemine devam edilmiştir.

8. Müvekkillerimiz teşhir amaçlı olarak adliye binasına kelepçeli olarak getirilmiştir.

II-DOSYADA GÖZE ÇARPAN HUKUKİ EKSİKLİKLER

1. Arama kararlarında geçen TCK 328 maddesindeki Uluslararası casusluk ve bu casusluğun TCK 220 anlamında örgütlü yapıldığı belirtilmektedir. Gözaltına alınan isimlerin örgüt olduğuna yönelik bir delil göstermek bir yana, Terörle Mücadele Daire Başkanı Turgut Aslan ve İstihbarat Daire Başkanı Engin Dİnç imzalı resmi yazılarda müvekkillerimiz hakkında herhangi bir örgüt ile irtibatlarının bulunmadığı belirtilmektedir. Ayrıca dosyanın mihenk taşı olan MİT raporunda da örgüt faaliyetini veya yapısını destekler hiçbir delil bulunmamaktadır.

Dolayısıyla kolluk, savcı ve mahkeme sorgusunda örgüt bağlantısı ile ilgili hiçbir soru sorulamamıştır.

Yine gözaltı kararında belirtilen uluslararası casusluk faaliyeti adına dosya içerisinde hangi ülke adına casusluk yapıldığına dair hiçbir bilgi/belge bulunmamaktadır. Doğal olarak yapılmayan casusluk faaliyetinin muhatabı olan yabancı ülke/ülkeler belirtilememiştir. Halbuki gerek Askeri Yargıtay gerekse Yargıtay uzun yıllardır casusluk suçlarına ilişkin verdiği kararlarda casusluk suçunun oluşabilmesi için gerekli unsurları açıkça sıralamıştır.

Tüm bunlara rağmen müvekkillerimiz hakkındaki soruşturmanın casusluk suçu kapsamında yürütülmek istenmesinin bir nedeni kamuoyunda bir algı oluşturmak, diğeri ise bu olayla birlikte CMK’da belirtilenin aksine adli kolluk görevinin MİT tarafından cumhuriyet savcısından bağımsız ve habersiz olarak yürütülmesine zemin hazırlanmasıdır.

Aslında soruşturmaya konu dinleme cihazlarını bulduğunu iddia eden MİT görevlilerinin kendilerinin de bu dinleme cihazlarını koymuş olma ihtimali bulunmaktadır. Dolayısıyla bu soruşturmada ilgili MİT görevlilerinin ve bunlara nezaret eden Başbakanlık Danışmanı Mustafa Varank’ın da şüpheli olarak yer alması gerekirken bizzat soruşturmanın Başbakanlık'a bağlı bir kurum olan MİT tarafından yürütülmesine izin verilmesi soruşturmanın etkinliğine, tarafsızlığına ve neticede adil bir yargılanma yapılmasına engel olacağı çok açıktır.

2. Casusluk algısı ve dosyaya delil oluşturabilmek adına resmi olarak yurt dışına göreve gönderilen müvekkillerimizin yurt dışı giriş çıkış kayıtları ile havalimanındaki fotoğrafları ve yurt dışı görev onayları dosya içerisine konulmuştur.

3. İmkan ve kabiliyeti yüksek cihazlarla detaylı bir arama yapılarak bulunduğu iddia edilen dinleme cihazının, bulunduğu esnada MİT tarafından hiçbir hukuki delil olabilecek işlem yapılmamış, örneğin olay sırasında tutanak tutulmamış, arama tanıkları bulundurulmamış ve arama işlemi kamera kaydı altına alınmamıştır. Bu durumda bulunduğu iddia edilen dinleme cihazının sonradan yerleştirilmediği nasıl anlaşılacaktır?

4. Başbakanlık binasına dinleme cihazının yerleştirildiği iddia edilen tarihlere ilişkin kamera kayıtlarının o tarihte incelenmemesi, bahse konu dinleme cihazının kim tarafından yerleştirildiği ve nasıl bulunduğuna yönelik şüpheleri arttırıcı bir unsur olarak göze çarpmaktadır.

5. MİT tarafından bulunduğu iddia edilen dinleme cihazı üzerinde parmak izi çalışması yapılmayarak suçun ve failinin ortaya çıkarılmasına yönelik deliller karartılmıştır. Bu husus aynı zamanda Başbakanlık Teftiş Kurulu tarafından hazırlanan raporda da ayrıntılı olarak ifade edilmektedir.

6. Başbakan'ın makamında ve çalışma ofisinde dinleme cihazının bulunması sıradan bir olay muamelesine tabi tutularak üst düzey tedbirler alınmamıştır.

7. Tespiti yapan kurum olan MİT, 2 yıl içerisinde adliyeye hiçbir bilgi vermemiş ve cumhuriyet savcılığı tarafından soruşturma başlatılmasını engellemiştir.

8. TÜBİTAK tarafından hazırlanan bilirkişi raporunda dinleme cihazının, içerisinde bulunduğu iddia edilen üçlü prize yerleştirme tarihi ile MİT'in iddia ettiği tarih arasında bariz çelişki olduğu görülmüştür.

Buna göre TÜBİTAK tarafından hazırlanan raporda (konusunda uzman bir bilirkişi tarafından) dinleme cihazının konulmuş olabileceği en erken tarih 3-4 Aralık iken MİT raporunda bu tarih bilinçli olarak (suçlanan müvekkillerin arama-tarama yapmış olduğu ve bu sırada yerleştirildiği iddia edilen tarih olan) 24-25 Kasım tarihine çekilmiştir.

9. Müvekkiller çağrıldıkları anda gelebilecekken bu yapılmadan haklarında yakalama ve gözaltı kararının uygulanması da ayrı bir hukuka aykırılıktır.

10. 2011 yılında bulunduğu iddia edilen dinleme cihazıyla ilgili gözaltına alınan kişiler, o tarihten günümüze kadar İl Emniyet Müdürlüğü dâhil devletin en hassas birimlerinde görev almışken, bu suçu gerçekleştirdiklerine yönelik kuvvetli şüphenin bir anda oluşturulması/oluşturulmaya çalışılması manidardır.

11. Olay tarihinden bu yana soruşturmayı yürüten MİT’in raporunda delilden şüpheliye gitmek yerine şüpheli yapılmak istenen kişiler için delil üretilmiştir.

Müvekkillerimizin suçlandığı bu raporda açıkça, Başbakanın çalışma ofisinde ve ikametinde bulunduğu iddia edilen vericilerin kim tarafından konulduğuna ilişkin somut bir delil bulunmadığı yazılmıştır. Bu yazıldıktan sonra belli ki siyasi baskı devreye girmiştir. Raporun sonuç bölümüne gelince; 'onlar olmaz, bunlar olamaz, olsa olsa bunlar olur' gibi, hukuken bir karşılığı olmayan, delile değil tahmine ve varsayıma dayalı olduğu net olarak anlaşılan bir sonuç kaleme alınmıştır.

Bugün bizim müvekkillerimize yapılan bu hukuk dışı işlemlerin burada kalmayacağını biliyoruz. Ancak, 2014 Türkiye’sinde hiçbir şeyin gizli kalmayacağını, hukuki sonuç doğuran her belgenin imzalayan açısından hukuki bir sorumluluk doğurduğunu hatırlatmak isteriz.

Şu anda yargı ve kolluk güçlerine kanunsuz yöntemlerle baskı yaparak hukuksuz işlemlerin yapılmasının sağlandığı herkes tarafından bilinmektedir. Bu bağlamda kim tarafından hangi delillere ve bilgilere dayanılarak hazırlandığı belli olmayan bilgi notlarının sunulması ve bu bilgi notlarına dayalı olarak kanunsuz işlemlerin yapılmasının yargı ve kolluk mensuplarından istenmesinin hukuken sonuç doğurmayacağı, aksine bunlara dayalı olarak işlem yapanları hukuki sorumluluktan kurtarmayacağı bilinmelidir.

Buna rağmen müvekkillerimize emniyette hukuk dışı işlemler yapanlar, keyfi olarak müvekkillerimizi gözaltında tutanlar, bu emri veren yargı ve kolluk mensupları için hukuki sonuç doğuracak işlemlere imza atmışlardır.

Herkes tarafından bilinmelidir ki hukuka aykırı olarak işlem yapanlar bunların hukuki sonuçlarıyla er ya da geç karşı karşıya kalacaklardır. Yakın tarihimiz hukuka aykırı işlem yapan kamu görevlilerinin yapmış olduğu hukuka aykırı eylemin karşılığı olan hukuki yaptırımlarla karşı karşıya kaldığı sayısız örneklerle doludur.

Bu bağlamda hukuka aykırı eylem ve işlem yapan kişiler hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına 23 Haziran 2014 günü saat 13.30’da suç duyurusunda bulunacağımızı, tüm yasal haklarımızı kullanacağımızı ve bulunduğumuz her ortamda yapılan hukuki aykırılıkları halkımıza duyurmaya devam edeceğimizi kamuoyuna saygı ile duyururuz."

CİHAN

Yorumlar