Gülen: Dini siyasi ideoloji olarak görmek, ona yapılabilecek en büyük ihanettir
Arap dünyasının önde gelen gazetelerinden Şarkul Avsat, Fethullah Gülen Hocaefendi ile yaptığı özel röportajın ikinci kısmını bugün yayınladı.
Arap dünyasının önde gelen gazetelerinden Şarkul Avsat,
Fethullah Gülen Hocaefendi ile yaptığı özel röportajın ikinci
kısmını bugün yayınladı. Londra merkezli gazete, röportajın son
bölümünü “İran, millî (Pers) hedeflerini gerçekleştirmeye
çalışıyor” üst başlığı ile verdi. Gazetenin birinci sayfasında yan
manşet olarak verilen röportaj, “İslam’ı siyasi bir ideolojiye
indirgemek ihanettir” başlığı ile okuyuculara sunuldu.
Röportajın takdim yazısında Gülen’in “Zaman gösterdi ki Suriye ve
İslam dünyasının tanınmış âlimlerinden merhum Sait Ramazan El-Buti,
Suriye devrimine karşı takındığı tavrında haklıydı” sözlerine de
vurgu yapıldı.
“ARAP BAHARI MI HAZANI MI, BELLİ DEĞİL” DEMİŞTİM
Gülen’in “İslam’da kadının yeri”, “Arap Baharı ayaklanmaları”,
Mısır ve Suriye krizi”, “İran ve bölgedeki emelleri”, “Radikal
gruplar” ve “İslam ve ideoloji” ve benzeri konulardaki sorulara
verdiği cevapları içeren röportajın tam metni şu şekilde:
- Arap dünyasında çıkan isyanlar sizi şaşırttı mı?
Bir nebze şaşırttığını söyleyebilirim. Bölgeyi çalışan onca uzman,
uluslararası siyaset ve strateji üzerine kitaplar kaleme alanlar
var; ama hiçbirinin bunu bu denli büyük bir hercümerci öngören
analizlerde bulunduğuna vakıf değilim. Bölge insanlarının demokrasi
ve hukuk arayışını, şiddete tevessül edenler müstesna, isyan olarak
görmemek lazım. Bu ülkelerde mevcut durum, süregiden mağduriyet ve
mazlumiyetler hepimizin yüreğini kanatıyor ve kısa zamanda
çözülebilecek gibi görünmüyor. Ama küfür devam eder, zulüm devam
etmez; meşhur bir kaidedir. Fertler olarak her birerlerimizin dua
etmek dışında yapabileceğimiz çok bir şey de yok maalesef.
Olayların ilk başladığı zamanlarda “Arap Baharı mı hazanı mı, belli
değil” demiştim, yani sezgilerim ve öngörülerime dayanarak böyle
söylemiştim. Çünkü, insan realitemiz bu maalesef. Yıkmak kolay,
yapmak zordur. Mevcut rejimi alaşağı etmek için gereken enerjinin
belki on katı, bütün toplumun üzerinde uzlaşacağı bir yeni yapının
kurgulanması için gerekiyordu. Ne yazık ki bu anlamda bir toplumsal
olgunluğa henüz ulaşamamış bulunuyoruz. Toplumsal dalgalanmalar her
yöne uç verebiliyor, tarih bize böyle söylüyor. Önemli olan bu
dalgalanmalardaki iç dinamiklerdir. Bu dalgalanmaları gerçekte ne
yönetiyor. Yani kılcal damarlarda ne dolaşıyor ona bakmalı. Onu
hesap etmediğinizde bu dalgalanma her yöne uç verebilir.
ÖZGÜRLÜK ARAYIŞI ÖNEMLİ; AMA ÇOK FAZLA YIKIMA SEBEP OLABİLİYOR
Yalnızca kitlesel heyecan, kitlesel hareket sahih bir netice
doğurmaz. Ben o günlerde hep “dip dalgaya” bakmalı dedim. Aksi
halde gelecek zarar beklentileri altüst edebilir. Şahsen bu
olayları dışarıdan bir gözlemci olarak değerlendirirken kısa vadede
büyük neticeler alınabileceğini hiç düşünmedim. Zira Arap sokağında
büyük bir dalgalanmaya, büyük bir dönüşüme tanık oluyorduk. Ama
kısa vadeli hesaplara faydası olmayacağı aşikâr idi. Arap
toplumları çilekeş toplumlar. Uzun süreli, sabır ve tahammülle bunu
değerlendireceklerdir. Elverir ki bu süreçler iç veya dış
anti-demokratik müdahalelerle baltalanmasın.
Özgürlük arayışları her çeşidiyle elbette bu çağın en büyük
kazanımı olarak tarihe geçecek. Lakin zaman gösterdi ki gerçekten
radikal değişiklikler ya da değişiklik denemeleri hesaplanandan çok
daha fazla zarara ve yıkıma sebep olabiliyor; toplumların durulması
zaman alıyor. Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin dediği gibi kısa
vadeli sonuçlar vermese de ümmetin 3 büyük düşmanı olan, “cehalet,
fakirlik ve iftiraka” karşı orta ve uzun vadeli, eğitim,
bilim-sanat-ticaret, hoşgörü ve diyalog ile makul projelerle
mücadele gerekiyor. Bu zemine dayanmayan demokrasi girişimleri de
kalıcı olmayabiliyor.
Hizmet bunu, okullar, üniversiteler, işadamı dernekleri, yardım
dernekleri, diyalog kurumları ve karşılıklı anlayışı, müzakereyi ve
diyalogu mümkün kılan yapıcı bir dile sahip medya organları ile
uzun yıllardır yapmaya çalışıyor. Toplumun her kesiminin
benimsediği ve desteklediği bu projelerle, yöneten ve yönetilen
herkesin daha müreffeh, mutlu ve barış içinde huzur içinde yaşayan
toplumlar kuracaklarını ümit ediyoruz, Rabbimize hem kavli hem de
bu projelerle fiili dua ediyoruz. Bunların yapılabilmesi için illa
da bütün Arap ve Müslüman toplumların önce tam demokratik yapılara
geçmesi, sonra toplumsal projelere el atması gerekmez.
RAMAZAN EL BUTİ HAKLI ÇIKTI; SURİYE’DE DURUM DAHA DA KÖTÜLEŞTİ
- Suriye’deki durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Önlemek adına daha
iyi şeyler yapılabilir miydi?
Maalesef bir çıkmaza girildi ve zaman, merhum şehit Seyyid Ramazan
El Buti’yi haklı çıkardı. O, “En kötü idare, idaresizlikten, anarşi
ve kaostan iyidir; Bir idareyi değiştireyim derken, şartlar
lehinize değilse, ülkeyi bitmez tükenmez bir iç savaşa sokmak riski
vardır” şeklinde özetlenebilecek, Sünni temkinini temsil ediyordu.
Güçler dengesinin mevcut olmadığını, ordunun neredeyse tamamen o
ülkede 40 yıldır zulmeden bir zümrenin elinde olduğunu, ordunun
halk çoğunluğunun yanında yer almayacağını belli ki görmüştü ve
ciddi risklere işaret ediyordu.
Suriye, Türkiye ile olan çok ciddi ticari, siyasi ve sosyal
ilişkileri ile orta ve uzun vadede ister istemez daha müreffeh ve
demokratik bir ülkeye doğru sakince ve barışçıl bir şekilde
muhtemelen evrilecekti. Burada belki de en büyük darbe bu gelişime
vurulmuş oldu. Şu aşamadan sonra kısa vadede yapılması gereken,
fazla mükemmeliyetçi davranmaksızın, akan kanı durduracak ve zarar
gören milyonlarca masum insanı bir nebze olsun ferahlatacak siyasi
formüller bulmaya çalışmak. Bunun için de uluslararası camianın
yoğun bir diplomatik gayret göstermesi şart.
Şİİ LİDERLER, YAKINLAŞMA POLİTİKALARINI HEP YAYILMACI AMAÇLARI İÇİN
KULLANDI
- Arap dünyasını etkileyen Sünni-Şii gerilimini nasıl
değerlendiriyorsunuz?
İnsanlar Sünni ya da Şii oldukları için bir ayrımcılığa tabi
tutulmamalı. Dini, mezhebi ne olursa olsun, herkes her şeyden önce
insandır ve insanlığı ile tabii olarak sahip olduğu temel insan
hakları ve vatandaşlığı ile sahip olduğu demokratik hakları vardır.
Ayrıca din veya mezhep ile modern politik ideolojiler aynı
değildir. Ehli Beyt sevgisiyle yaşayan Şii halk kitleleriyle Sünni
dünyanın bir problemi olmamalı. Ancak dinimizin idealleri herhangi
bir ülkenin bölgesel güç olma hırsı adına zulümler irtikâp
etmesine, mezhep farklılıklarını istismar etmesine müsaade
etmez.
Tarih boyunca genellikle lokomotif gücünü Şii liderlerin yaptığı
Takrib’ül-Mezahib girişimleri oldu. Ne yazık ki Şii liderler bu
yakınlaşma politikalarını hep yayılmacı amaçlarına kullanmıştır.
Daha evvel bu konuya sıcak bakan, Yusuf Kardavi hoca bile son
birkaç senedir Şii ulemasına sitem ediyor. Zaten, mesele her ne
kadar, Şii-Sünni meselesi gibi gözükse de, işin esası saltanat,
hükmetme, hâkimiyet kurma, nüfuz temini ve bölgesel güç temini gibi
siyasi amaçlarla ilgilidir. Din ve mezhep, bu amaçlara ulaşmada
kullanılan elverişli araçlar durumuna düşürülmüştür. Bazı
siyasilerin ve devletlerin, dini, farklı politik ideolojilere
dönüştürüp dinin ufkunu kendi dar ve baskıcı siyasi anlayışları ile
sınırladıkları gibi, Sünnilik de Şiilik de politize edilerek
ideolojilerin payandası haline getirilmeye çalışılmaktadır.
İRAN, DİN KİSVESİ ALTINDA PERS MİLLİYETÇİLİĞİ PEŞİNDE
Bugün İran’ın Şiilik görüntüsü altında aslında bir Pers
milliyetçiliğini takip etmediğini iddia etmek kolay değildir.
Ülkelerin elbette milli menfaatleri olur ve uluslararası arenada
bunları meşru enstrümanlarla korumaya çalışırlar. Dinî, mezhepsel,
etnik farklılıkları körüklemek, asla bu enstrümanlardan biri
olmamalıdır. Uluslararası bütün kurum ve kuruluşlar bu yanlışla
mücadele etmelidir.
Kendi inancımıza göre yanlış olduğunu düşündüğümüz şeyler varsa,
bunu muhataplarına medeni bir şekilde izah etmekten başka yapacak
bir şey de yoktur. Zira dinde zorlama yoktur. Maalesef, Sünniliği
yanlış yorumlayarak, Sünnilik adına hareket ettiğini iddia edip
şiddet ve terör yanlısı tavır alan bazı kişi ve gruplar ortaya
çıkmıştır. Bunların, çok ciddi tahripkâr rolleri vardır ve en çok
zararı da İslam’a vermektedirler. İslam dünyasında vifak ve
ittifaka, aramızdaki siyasi sorunları medeni ve barışçı şekilde
çözmeye her zamankinden daha fazla ihtiyaç var. Milletin ve ümmetin
makûs talihini yenmesi, buna bağlıdır.
DİNİ, SİYASİ İDEOLOJİ OLARAK GÖRMEK ONA YAPILABİLECEK EN BÜYÜK
İHANETTİR
- Sizce neden bazı Sünni Araplar, İslam’ın radikal yorumuna
Şiilerden daha yakın?
Her dinde radikal yorum yapan ve ekseriyetten ayrılan gruplar
olmuştur. Mesele Sünnilik Şiilik meselesinden ziyade, kanaatimce
dinin özünü, ruhunu anlama ve benimseme ile alakalı eksikliklerden
kaynaklanmaktadır.
Dini bir siyasi ideoloji olarak görmek, ona yapılabilecek en büyük
ihanettir; çünkü, bu İslamiyet’i olduğundan daha basit ve düşük bir
şeye indirgeyerek karikatürize etmektir. Burada, yüzyıllar süren
sömürgeciliğin etkilerini de unutmamak lazım. Dini siyasete
indirgeme ve şiddete tevessülün sömürgeciliğe maruz kalmış yerlerde
daha çok ortaya çıktığı görülüyor. Maalesef bazen bu radikal
grupların şiddete tevessülü bunların medyada daha fazla yer
bulmasına ve bunları tasvip etmeyen kahir ekseriyetin sesinin
duyulmamasına sebep oluyor. Belki de bazen su-i niyete mebni böyle
radikal gruplar on plana çıkartılarak dinin imajı karartılmaya
çalışılıyor.
DEVLETÇİ YORUMLAR, DİNÎ YORUM KILIFI ALTINDA TAKDİM EDİLDİ
İslam'ın farklı yorumlara imkân vermeye müsait halde nüzûlü, Allahu
a’lem, kucaklayıcılığını, evrenselliğini ve cihan-şümullüğünü
sağlama hikmetine varestedir. Bu özellik, İslam'ın tek bir
coğrafyaya ya da tek tip anlayışa hapsedilme teşebbüslerine karşı
emniyet sigortasıdır. Ne var ki, İslam'ın yorumlarının dinin özüyle
tenakuz içinde olmaması elzemdir. İslam tarihinde çoğu kez
ataerkil, siyasi, milliyetçi ya da devletçi yorumlar dinî yorum
kılıfı altında ya da öyle zannedilerek takdim edilmiştir. İslam'ın
radikal yorumlarından kastınız şiddet boyutu ise, maalesef Sünni
olsun Şii olsun, şiddeti, zorlamayı bir tebliğ ve dava aracı olarak
gören Müslümanlar yeni ortaya çıkmadı, hep vardı. Son yıllarda adı
daha çok ön plana çıkan ve esasen dini siyasileştirme esasına
dayalı bazı grupların Sünni kesimden olması, bu tarihî gerçeği
değiştirmez. Ayrıca medya bu olayları çarpıtarak vermekte ve Sünni
dünyadaki yüzde 99,5’lik makul çoğunluğu değil, makul çoğunluğun da
hoşnut olmadığı radikalleri hep ön plana çıkarmaktadır.
Dini bir ideoloji haline getiren akımın radikal yorumu devleti ele
geçirmek ve toplumu yukarıdan aşağıya otoriter biçimde dizayn etmek
fikrine sıcak bakmış olduğu için ve Şii İran devleti de 1979’dan
beri böyle bir tarzı resmi ve etkili biçimde sürdürdüğü için
sanırım bu tür siyasetleri savunanlar Sünni bile olsalar kraldan
çok kralcı olabiliyorlar. İran Şii devriminde kendi ideallerinin
bir çeşit karşılığını bulmuş olmalılar. Yani bir çeşit modelleme
yapıyorlar. Bu tür radikal arayışlar her yerde en fazla
uluslararası sömürge ve işgal zamanlarında gelişiyor.
HİZMET, TOPLUMSAL DÖNÜŞÜM HEDEFİ İLE HAREKET ETMEZ
Büyük sağduyulu akımlar serbest bir ortamda politize olmazlarsa
kendilerini toplumsal zeminde yani sevad-ı azam sayılan ana gövdede
kalarak hizmet yapmaya devam edebilirlerse bu tür radikal
arayışların zamanla bu ana gövde içerisinde eriyebileceğini
düşünüyorum. Dinin bireysel ve ahlaki dönüştürücü potansiyeli her
zaman siyasi ve tepeden inmeci örneklerden daha etkili, daha geniş
ve kalıcı olmuştur. Bu üretilmeyince, yani İslam’ın toplumsal
dinamik üretme kapasitesi kullanılamayınca bu tür hareketler,
siyasi veya daha radikal alanlara yöneliyor.
Toplumu yukarıdan aşağıya dönüştürmeci modelinin alternatifi hizmet
değildir. Hizmet toplumsal dönüşüm hedefi ile hareket etmez.
Bireysel dönüşüm çabası vardır. Bizim çabalarımızda dönüşüm fertte
başlar, fertte biter. İyi insanlar, iyi vatandaşlar, fedakâr
fertler yetiştirebilirsek, bunlar elbette toplumsal hayatın daha
barışçıl ve müreffeh bir geleceğe doğru taşıyacaklardır. Ancak bu
netice bizi ilgilendirmez. Bir teşbihle anlatmak gerekirse,
Camiamız en güzel, en kaliteli meyvelerin yetiştirildiği bağlar,
bahçeler kurmaya çalışıyor. Meyvelerimizi alanlar onlarla hangi
yemeği, hangi tatlıyı yapmış, nasıl bir sofra kurmuş bizi
ilgilendirmez.
KADININ EĞİTİM HAKKINI KISITLAMAK VE ONU İÇTİMAİ HAYATTAN TECRİT
ETMEK, TOPLUMA VERİLEBİLECEK EN BÜYÜK ZARARLARDAN BİRİDİR
-Arap ayaklanmaları muhafazakâr yorumları ortaya çıkarıyor ve
radikallik üretiyor. Bu durum kadının konumunu nasıl etkiler?
Sorudaki kastı tam anlamamakla birlikte, Tunus, Mısır, Suriye’de
olan hadiselerin başlangıç itibariyle esasen bir demokrasi, temel
insan hak ve hürriyetleri arayışı olarak görmek yerinde olur
zannederim. Bu süreçte ön plana çıkan gruplar ve yaşanan olaylar
baştaki bu talepleri gölgede bıraktı yer yer.
Bu arada, “muhafaza” ile “taassup”u karıştırmamak lazım. Her dinin
olduğu gibi İslam’ın da muhafaza edilmesi gereken temel kaideleri
ve disiplinleri vardır. Ancak neyin muhafaza edilmesi gerektiği
mevzuunda kaynaklar mütalaa edilirken bütüncül bir yaklaşım ve
zamanın tefsirinin de dikkate alınması gerekir.
Kadının İslam toplumunda her türlü yere gelebilmesi ve her rolü
alabilmesiyle alakalı kanaatimi daha önce defaatle arz etmiştim,
buna hâkimlik ve devlet başkanlığı da dâhildir. Kadının eğitim
hakkını kısıtlamak ve onu içtimai hayattan tecrit etmek topluma
verilebilecek en büyük zararlardan biridir.
ATAERKİL YORUMLAR, KADIN HAKLARINI EROZYONA UĞRATTI
Asr-ı saadette erkek sahabelere hocalık yapan, ticaretle meşgul
olan, fıkhî hükümlerde kaynaklık teşkil eden kadın sahabelerin
varlığını misal olarak zikretmiştim. Buna aykırı yorumlar İslami
kaynakları ataerkil bir şekilde yanlış yorumlamanın sonucudur.
Maalesef ataerkil kültürlerimiz yüzyıllardır, İslamiyet’in
Efendimiz (sas) ile kadına getirdiği hakkaniyetli ve eşitlikçi
statüyü ciddi erozyona uğrattı ve onu ikinci sınıf bir birey olmaya
itti. Hz. Hatice gibi iş kadını ve patron, Hz. Aişe gibi erkek
sahabeye bile öğretmenlik yapan muhteşem örneklere rağmen, kadını
eve hapsettik ve ona sadece, çok önemli olduğu inkâr edilemez,
çocuk yetiştirme görevini verdik. Ancak, bu çok önemli görevi
verdiğimiz kişinin ne ailede ne de toplumda bir saygınlığı pek
olmadı. Eğitim düzeyi ve kültürel birikimi de erkeklere göre çok
gerilerde kaldı.
Kölelik kalktı ve bugün hiç kimse kölelikle ilgili klasik fıkıhtaki
tartışmaları dile getirerek köleliğin, bugün de olması gerektiğini
savunmuyor. Aynı şekilde, benzer ilerlemeci bir anlayışı, dinin
ruhuna ve nasslarına uygun davranarak ve geleneksel içtihat
metotları ile ilerleyerek, kadınlar konusunda neden
geliştirmediğimizi sorgulamamız gerekiyor.
Tüm bu radikalizmlerden kurtuluş yolu yine dinimizin Efendimiz
(sas), Sahabe, Tabiin ve Tebe-i Tabiin dönemindeki asıllarına
dönüp, bugüne göre tekrar onu yorumlamaktan, ataerkil kültürden
kurtulmaktan, kadına iyi eğitim vererek hem sosyo-ekonomik
statüsünü yükseltmekten hem de hakkini, hukukunu savunabilir hale
getirmekten geçiyor.
İHVAN’IN TECRÜBE EKSİKLİĞİ, İŞLERİNİ DAHA DA ZORLAŞTIRDI
-İhvan’ın iktidara gelişi ve ani düşüşü bölgede siyasal İslam’ı
nasıl etkiler?
Mısır, Sünni ilim dünyasının başlıca merkezi olduğu gibi, köklü bir
siyaset ve devlet tecrübesine sahiptir. Mısır gibi din, mezhep,
kültürel olarak çok renkli çeşitli bir ülkede iktidara talip
olanların demokrasi ve hukukun üstünlüğüne saygılı olması elzemdir.
Toplumun her kesiminin hissiyatına saygı gösterilmesi, hiçbir
kesimin ezilmemesi, taleplerine kulak verilmesi ülkenin huzur ve
sükûneti adına vazgeçilmez prensiplerdir.
Seçimler sonrasında, hukuka uygun bir şekilde iktidara gelen bir
partinin ordu tarafından devrilmesi sonrası, o partiyi eleştirmek
çok kolay bir iş değil. Gönül isterdi ki, bu iş seçmene bırakılsın
ve varsa yapılan siyasi yanlışlar, bunun cezasını seçmenler versin.
Halkın iradesine karşı darbeyi savunmak demokratik değildir.
Sanırım, son derece istikrarsız bir ortamda İhvan’ın iktidara
gelmesi ve altyapı ve tecrübe eksikliği onların işini daha da
zorlaştırdı, belki hazırlıksız yakalandılar. İhvan, sonuçta
Mısır’ın içinden çıkmış bir harekettir; bu son tecrübeler ışığında
kendini yeniden bir iç muhasebeye tutacaktır.
-Sembol kitabınız?
Estağfirullah... Kendi yazdıklarımı ve söylediklerimi hiçbir zaman
önemsemedim. Ama insanlar hüsnü zan ettiler. Ben ise tüm hayatımı
onların bana haddim olmayan teveccühlerini Allah'a, Peygamber
Efendimiz’e, Allah dostlarına yönlendirmeye çalışmakla geçirdim.
Sınırlı kabiliyetimle, gerçek söz sultanlarını, mana sultanlarını
okumaya, anlamaya, incelemeye çalışırken, herkesi buna davet ettim.
İmam Gazali, Mevlana Celaleddin Rumi, Yunus Emre, Mehmet Akif,
Bediüzzaman ve onlar gibi daha nice büyükler var bizim
geleneğimizde. Sembol eserler, sembol sözler; onların yazdıkları,
onların söyledikleridir.
CİHAN
Yorumlar