Cemaat hangi partiye oy verecek?
Fethullah Gülen, Zaman Gazetesi'nde 5 gündür yayınlanan röportajının son bölümünde, ‘Cemaat hangi partiye oy verecek?’ ve 'Bir gün Türkiye'ye dönecek mi?' sorusuna yanıt verdi.
İŞTE GÜLEN'İN AÇIKLAMALARI:
İLLE DE ŞU PARTİYE OY VERİN DEMEM
Kadimden bu yana fakir hep ‘vicdanî kanaatinize göre rey verin’
demişimdir. İlle de şu partiye oy verin demeyi vicdanî bir baskı
gördüğüm gibi, bir partiye angaje olmayı toplumun diğer
kesimlerinden tecrit olma sayarım.Referandumdaki açık ve net
tavrımız bir partiye değil; demokratik adımlar atılmasına binaendi.
Vakıa bugünlerde onun da kıymetinin bilinmediği ortaya çıktı...
SABAHTAN AKŞAMA HAKARET YAĞDIRIYOR
Şimdi bir tarafta sabahtan akşama hakaret yağdıran bir parti
başkanı var. Ve maalesef o partinin âkil insanları derin bir sükûtu
tercih ediyor.
PARTİZANLAR HARİÇ Ak Parti TABANI ÜZÜLÜYOR
Aşırı partizanlar hariç bu duruma AK Parti tabanının nasıl
üzüldüğüne pek çok vesile ile muttali oluyorum.
BU KADAR AĞIR LAFLARI İÇİNE SİNDİREN VARSA GİDİP O PARTİYE
OY VERİR
Bu kadar ağır lafları içine sindiren varsa yine gidip o partiye oy
verir; ama her insaflı insanın yüreğini burkan, vicdanını kanatan o
sözler sanırım arkadaşlarımızı da derinden sarsmıştır.
HERHANGİ BİR PARTİYE OY VERMEYİNCE GÜNAHA
GİRMEZSİNİZ
Herkes etrafına bakacak, belediye başkan adaylarını
değerlendirecektir. Netice itibarıyla bu bir genel seçim değil.
Adaylar partiden daha önemli ve her partiden hizmet verecek
istidatta çok kıymetli başkan adayları vardır. Herhangi bir partiye
oy vermediğinizde günaha girmiş olmazsınız.
HİÇBİR DIŞ MİHRAKLA ALAKAM YOK
Dönüşümü isteyenlere hüsnüzanla bakmak istedim. Daha önce de
isteyenler oldu. O gün de asıl niyeti anlamıyor değildim. Fakat
nezaket ve mü’minlere hüsnüzannımı elden bırakmadım. Başta ifade
edeyim, ben mü’minlerden bir mü’minim. Ayaklarım hep yerde oldu.
Hep öyle yaşadım. Allah’a kul olmayı hiçbir makama, sıfata
değişmem. Cenab-ı Allah’a da böyle kavuşmayı dilerim. Hiçbir dış
mihrakla da alâkam yok ve olamaz.
DÖN DİYENLERİN O GÜN DE ASIL NYETİNİ ANLAMIYOR
DEĞİLDİM
Dönüşümü isteyenlere hüsnüzanla bakmak istedim. Daha önce de
isteyenler oldu. O gün de asıl niyeti anlamıyor değildim.
YAPTIKLARIM 50 YILDIR GÖZ ÖNÜNDE
Bütün yaptıklarım ve sözlerim tam 50 yıldır halkın ve devletin gözü
önünde. Gizli hesapları olan bir insanın 50 yıl boyunca ima ve
işaret yoluyla bile bunları sızdırmadan gizlemesi mümkün mü?
DÖNERSEM DE...
Dönüp dönmeyeceğime dün böyle, bugün şöyle düşünenlerin kanaatiyle
değil huluslarına kalbim gibi itimat ettiğim arkadaşlarımla
istişaremle karar veririm. Daha önce de ifade ettim, dönersem de
şunun bunun gibi değil Ramiz Efendi’nin Üç Şerefeli Cami’de imamlık
yapan oğlu gibi dönerim.
NEZİH ÜSLUBUMUZU TERK ETMEMELİYİZ
Başımıza gelenlere karşı hep sabırlı olmalıyız ve nezih üslubumuzu
asla ve kat’a terk etmemeliyiz.Gönül koymamak lazım.Musibetler
gelip geçicidir. Dünyada bir tsunami gibi önüne katıp götürse de
Allah ile münasebetimiz tam ise ahiretimizi kazanmış sayılırız. Bu
davaya gönül vermiş insanlar, bununla dünyevî bir şey
hedeflememişlerse şayet, öbür âlemde ebedî sultanlıklar kazanır.
Herkes yerinde durmalı. Belki şartlara ve konjonktüre göre ille de
bu yol dememeli; icabında ana yolları tıkasalar bile başka
yollardan bir yerlere varmaya çalışmalı. O varılacak yer evrensel
insanî değerlerdir.
BURADA NEW JERSEY SAVCISINDAN SAYGI GÖRDÜM
Ben daha askere gitmemiştim 27 Mayıs’ı gördüm, orada da preslendim.
12 Mart’ta da preslendim. 12 Eylül’de 6 sene bir şaki gibi kaçtım.
Merhum Turgut Özal ayağını sağlam bir yere bastığı dönemde
ağırlığını koydu. Ellerini çektiler üzerimden. Daha sonra da devam
etti bu. Hacca gittim geldim. Yollar gene benim için tıkanmıştı.
Yine güvenlik mahkemesinde ifade vermiştim. 28 Şubat sonrası, Savcı
Nuh Mete Yüksel’in açtığı bir dava senelerce sürdü. Orada gördüğüm
o kötülük, o şenaat, o denaate rağmen burada inanın New Jersey
başsavcısında saygı gördüm. Beni dış kapıda karşıladı. Moralim
bozulmasın diye sandalyeyi kendi tuttu oturttu. Gitti kendi
bardağını yıkadı, su doldurdu, önüme koydu. “İfade veriyorsunuz,
dudaklarınız kurur.” dedi. Burada onu gördüm. Bizi tanımaz, bilmez.
Sonra bu kadar centilmenliğine karşı, acaba bir hediye gönderelim
mi filan dedik. Araya giren Kemal Bey hâlâ hayattadır. Hediye
takdim ettiğinde, “Ben davasını gördüğüm bir insanın hediyesini
kabul edemem.” dedi. Evet bu hukuk felsefesi, bu hukuk anlayışına
göre, galiba dedim, bunca olumsuzluğa rağmen, bu insanlar
ayaktalar. Dünya muvazenesinde müessir bir unsur fonksiyonu eda
ediyorlar.
ASKERDEYKEN DE HAPİS YATTIM
Askerliğimde de ben hapiste yattım. Niye vaaz ediyorsun diye. Beni
himaye eden bir komutan vaazıma müsaade ediyor, kendi de gelip
gidiyordu. O ayrılınca ağlayarak boyunuma da sarıldı. “Benden sonra
sana kötülük yaparlar.” dedi. Ve dediği gibi oldu. İçeriye aldılar
ve orada da yattım. Değişik zamanlarda da değişik tazyiklere
değişik tahriklere, hakaretlere, tehditlere maruz kaldım. Fakat bu
dönemde maruz kaldığım şeylerin yanında eski yaşadıklarım yüzde bir
etmez. Söylenen o saygısızca sözler, o ifadeler, o beyanlar... Ama
herkes sözünde, sohbetinde, tavrında, davranışında kendi
karakterinin gereğini aksettirir. Kimseye bir şey diyemeyiz
vesselam.
YENİ ANAYASA ŞART
Bu ülkenin şu andaki badireleri aşabilmesi için yeni bir iklime
ihtiyaç var. Temel hak ve hürriyetleri garanti altına alacak bir
anayasa yapılması şart. Böyle bir anayasa yapılması için sosyal
talebin artması, ilgili kişi ve kurumların evrensel hukuk
çerçevesine münasip bir anayasa için zorlaması gerekiyor
sanırım.
HAKARETLER EDİLİYOR İFTİRALAR ATILIYOR
Hizmet gönüllüleri, şu ana kadar saldırılara karşı kendilerini
savunmaktan, iftiralara açıklamalar getirmekten, “hukukun
üstünlüğüne ve mahkemelerin işleyişine karışılmasın” demekten başka
ne yaptı? Hizmet’e yakın medya organları, mahkemelere yansımış ve
kamuoyunda tartışılan milletin hakkının gasp edilmesi ile ilgili
yolsuzluk iddialarını haber yapmaktan ve insanları
bilgilendirmekten öteye geçmedi. Yolsuzluk iddialarına tek tek
cevap vermek ve onları yalanlamak yerine, kaç aydır masum insanlara
hiçbir delil olmadan insafsızca çeşit çeşit hakaretler ediliyor ve
iftiralar atılıyor.
SIRADAN BİR KULUM
Hazreti Mevlânâ gibi diyeceğim: Ne mehdilik ne mesihlik ne de başka
bir paye, sıradan bir kulum. “Ben yaşadıkça Kur’an’ın bendesiyim,
Hazreti Muhammed’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) ayağının tozuyum.
Biri benden bundan başkasını naklederse; ondan da bîzarım, o sözden
de bîzarım (şikâyetçiyim).”
KAİNAT İMAMI İDDİALARINI CİDDİYE ALMAYA BİLE
DEĞMEZ
Kâinat imamı gibi iddiaları ciddiye almaya bile
değmez.Altmış-yetmiş yıllık hizmet hayatımda görmediğim, aklımdan
ve hayalimden dahi geçmemiş kurmaca ve düzmece bir hizmet hiyerarşi
yapısı çıkarıyorlar. Bu nasıl bir zihin ve ruh kirlenmesidir? Bu
hizmete gönül vermiş binlerce belki milyonlarca insanın aklıyla
alay edercesine hayalî çizelgeler çıkarıyorlar.
BAŞÖRTÜSÜ DE FÜRÛATTANDIR
İslâm dininde inanç ve amelle ilgili mükellefiyetler “usûl” ve
“fürû” diye iki ayrı bölümde mütalâa edilir. Bunlardan itikada
yönelik olanlar, usûl; amel, davranış ve muamelatla ilgili olanlar
ise fürû olarak tanımlanır. Amele ait hükümler itikat ile alakalı
olan esaslara göre ikinci derecede gelir ve hep usûl üzerine bina
edilir. Dolayısıyla başörtüsü de amelî bir konudur; o da
fürûattandır. Unutulmamalıdır ki; başörtüsünün fürûattan
addedilmesi İslam ulemasının genel yaklaşımıdır.
KASITLI KAMPANYA
Başörtüsünün fürûattan olduğu tartışmasını başından beri fakir
üzerinden suiistimal ederek yürütenlerin, İslamî literatürde bunun
karşılığını bilmediklerini düşünmüyorum. Kasıtlı bir kampanya
yürütüldü hep.
TÜRKÇE'NİN AZİZLİĞİ Mİ DOSTLARIN KADİR NÂ-ŞİNASLIĞI
MI
Dahası, ben fürûat olarak kullandım; gazetelere teferruat olarak
yansıdı; malum, ıstılahta aynı manada kullanılabilse de “teferruat”
Türkçemizde önemsiz, ayrıntı anlamına geliyor. Türkçenin azizliği
mi demeli, dostların kadir nâ-şinaslığı mı…
BAŞÖRTÜSÜ FARZDIR
Şunu da ifade etmeliyim ki, başörtüsünün fürûattan olması onun farz
olmadığı anlamına gelmez. Başörtüsü farzdır.
2006'DA BAŞBAKAN'A MEKTUP YAZDIM
Eğer iddia edildiği gibi başörtüsü problemini önemsemeyen -hâşâ-
onu hafife alan bir insan olsaydım, 2006 yılında Başbakan’a
yazdığım mektupta bir an evvel bu meseleyi çözmeleri gerektiğini
söylemezdim. Arzu eden, medyada da yayımlanan bu mektubu bulup
okuyabilir.
DİNİ KAVRAMLAR ÜZERİNDEN İKTİDAR DAYATMASI
YAPMAK
Her hizmet grubu hatta aynı hizmet içinde olanlar bile her konuda
aynı düşünmek ve birlikte hareket etmek zorunda değildir.
Demokratik bir düzene gelince, eğer siz farklı düşüncenizi dile
getiremeyecekseniz, orada demokrasinin asgari şartından söz
edilemez. Dinî kavramlar üzerinden bir iktidar dayatması yapmak,
son derece vahim siyasî ve hukukî sonuçlara götürür.
GİDEREK OTORİTERLEŞİYORLAR
Giderek otoriterleşen bir siyaset
tarzına bir de İslamî meşruiyet kılıfı giydirerek millete
yükleniyor ve vicdanî baskı kuruyorlar. Ne yazık ki, nihayet
yönetim erki etrafında farklı yaklaşım ve suiistimallerin
tartışılmasından öteye anlam yüklenemeyecek konular olmayacak
yerlere taşındı; sanki akidevî savaş ilanı ve seferberliği var. İşi
bir imha hareketine ve organize bir tekfir ve tadlil kampanyasına
vardırdılar.
“Fitne çıkarmayın” diyen insanların aynı tavsiyeyi iktidardakilere
ve meydanlarda hakaret yağdıranlara da söylemeleri gerekmez mi?
Aksi halde, bırakın eleştiriyi, bir nasihat, bir tavsiye hatta bir
imada dahi bulunamayan kimselerin sözleri -bugün en kolay iş haline
dönüşen- Camia’ya vurmaktan öte bir mana ifade etmez.
Yorumlar