ANALİZ - İngiliz ekonomisi zorlu viraja giriyor
- İngiltere, Avrupa Birliği’nden çıkış kararıyla ekonomik büyüme görünümünü bozabilecek yeni ve zorlu bir sürece giriyor - Son yıllarda gelişmiş ekonomiler arasında büyümenin dinamosu olarak görülen İngiltere önümüzdeki dönemde resesyon, yüksek enflasyon ve işsizlikle karşı karşıya kalabilir - Brexit kararının sonrasında oluşan belirsizlik ortamı, politik risk algısının da artmasıyla uluslararası kuruluşların yatırım planlarını rafa kaldırmasına neden olabilir - İngiliz sterlini Brexit kararı sonrasında cuma günkü seviyesinin altına gerileyerek, son 31 yılın en düşük seviyesini gördü. Düşüşün devam etmesi İngiltere’nin makro dengelerini bozabilir -Brexit kararının ardından Londra’nın küresel finans merkezi olma özelliği zarar görebilir. Çok sayıda uluslararası şirket İngiltere’deki yapılanmasını Dublin, Frankfurt ve Paris’e kaydırabilir
LONDRA (AA) - GÖKHAN KURTARAN - İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden (AB) ayrılma kararı vermesinin ardından İngiliz ekonomisi uzun yıllar boyunca resesyon, kemer sıkma tedbirleri ve artan politik risk ile karşı karşıya kalabilir.
İngiltere’deki referandumda sandıktan "Brexit" sonucunun çıkması özellikle ekonomi cephesinde ülkeyi zorlu bir viraja soktu. Referandum sonucunun açıklandığı cuma sabahında başlayan Brexit depreminin finans piyasalarındaki artçı şokları haftanın ilk gününde de devam etti. İngiliz sterlini ABD doları karşısında 1985 yılından beri en düşük seviyesini görürken, Londra Borsası’nda çok sayıda şirketin hisselerinde sert düşüşler yaşandı.
Brexit kampanyasının lideri ve Londra’nın eski Belediye Başkanı Boris Johnson piyasaların "istikrarlı” olduğunu iddia etse de dün itibarıyla piyasaların Brexit kararını henüz sindiremediği bir kez daha görüldü. Haftanın ilk gününde İngiliz sterlini cuma günkü seviyesinin de altına inerek yüzde 3,77 kayıpla 1,3164 seviyesini gördü. Sterlin Avro karşısında da yüzde 1,20 oranında değer kaybetti. İngiltere’deki FTSE -100 endeksi ise günü yüzde 2,55 kayıpla 5982,20 puandan kapattı.
Her ne kadar tüm bu yaşananlar Brexit’in kısa vadeli etkileri
olarak gözükse de, sandıktan çıkan ayrılık kararı orta ve uzun
vadede hem İngiltere hem de Avrupa ekonomisinde köklü değişimlere
neden olacak cinsten. 2008’deki finans krizinin ardından 2011
yılında resesyondan çıkmayı başaran İngiliz ekonomisi, son yıllarda
G-7 ülkeleri arasında en hızlı büyümeyi kaydediyordu. Yakın vadeli
projeksiyonlar ise artık Brexit sonrasında İngiltere ekonomisinin
yeniden resesyona girebileceğini gösteriyor.
Örneğin İngiltere’de Hazine Bakanlığı’nın referandum öncesinde hazırladığı raporunda ülke ekonomisinin en az bir yıllık bir resesyon sürecine girebileceği, ekonomik büyümenin ise yaklaşık yüzde 3,6 daha düşük olabileceği belirtiliyor.
Üstelik Brexit kararı sonrasında uluslararası finans kuruşları
da İngiliz ekonomisinin büyümesine ilişkine endişelerini artık daha
yüksek sesle dile getiriyor. Goldman Sachs, UBS, Deutsche Bank,
HSBC ve Moody’s gibi finans kuruluşları İngiltere’de düşük büyüme
riskine dikkati çekiyor. Goldman Sachs’ın projeksiyonuna göre
referandum öncesinde 2017 yılına ilişkin yüzde 2 seviyesinde olan
büyüme beklentisi yüzde 0,2’ye çekildi.
Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s referandum sonucunun açıklandığı gün İngiltere’nin kredi notu görünümünü “durağandan” “negatife” çektiğini açıklarken, karara gerekçe olarak İngiltere’de artan belirsizlik ortamının büyüme üzerinde oluşturacağı baskıya işaret etti. Standard & Poor’s (S&P) ise İngiltere’nin “AAA” seviyesinde olan kredi notunu “AA” seviyesine indirerek, ülke notu görünümünü “negatifte” bıraktı. Görünümün negatifte bırakılması önümüzdeki dönemde yeni not indirimlerinin gelebileceğine işaret ediyor. S&P’den yapılan açıklamada İngiltere’de artan belirsizliklerin, büyüme, mali performans ve dış finansman koşulları üzerinde baskı oluşturabileceğine dikkat çekiliyor. Üstelik AB referandumunda birlikten yana oy kullanan İskoçya ve Kuzey İrlanda’nın eğilimi potansiyel “risk” olarak nitelendiriliyor.
Brexit sonrası İngiliz ekonomisine ilişkin olumsuz beklentilerin son işareti olarak uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Fitch Ratings de İngiltere'nin kredi notunu "AAA"dan "AA"ya indirdi.
- İşten çıkarmalar kapıda
İngiltere'nin AB'den çıkma kararı almasının ardından ülkenin
önde gelen şirket yöneticilerinin yaklaşık yüzde 25’i işe alımları
durdurmayı planlıyor. Bu İngiltere’de son yıllarda tarihin en düşük
seviyelerini gören işsizliğin yeniden tırmanabileceği anlamına
geliyor.
Londra merkezli Yöneticiler Enstitüsü (The Institute of
Directors) tarafından hazırlanan ankete göre, üst düzey
yöneticilerin yaklaşık yüzde 25’i gelecek döneme ilişkin işe alım
planlarını durdurmayı düşünüyor. Yöneticilerin üçte ikisi Brexit
kararının şirketlerini olumsuz yönde etkileyeceğini düşünürken,
yüzde 5’i şimdiden işten çıkarmalara hazırlanıyor.
Brexit kararından öncelikli olarak İngiltere ekonomisinin yüzde 75’ini oluşturan hizmet sektörünün etkilenmesi bekleniyor. Bunun ilk emarelerini referandum sonrasında şirket açıklamalarında görmek mümkün. Örneğin Airbus İngiltere’deki yatırımlarını gözden geçireceğini açıklarken, İngiliz basınında yer alan haberlerde, ülkenin en büyük bankası HSBC’nin Londra’daki yönetim merkezinde bin kişilik pozisyonu Paris ve Frankfurt’a taşıyabileceği belirtiliyor.
- Londra’nın finans merkezi endişeli
Londra’daki iki büyük finans merkezi City of London ve Canary Wharf’ta panik havası hafta sonunda bile devam etti. Uluslararası şirketlerin yöneticileri Brexit sonrasında uzun vadeli planlarını revize edebilmek için çalıştı. Avrupa’nın dört bir yanından gelerek Londra merkezli finans kuruluşlarında çalışan profesyoneller 2008 yılındaki krize benzer şekilde toplu işten çıkarmaların başlamasından endişe ediyor.
Kısacası Londra’nın Avrupa’daki 500 milyon nüfuslu pazara erişimini kaybetme riski, şehrin küresel finans merkezi olma özelliğini de riske sokuyor. Referandumda yüzde 60 ile birlikte kalmak yönünde oy kullanan Londra ülke nüfusunun yüzde 12’sine sahip olmasına rağmen İngiliz ekonomisinin yüzde 22’sini oluşturuyor. Ortak pazara erişimin riske girmesi halinde uluslararası finans şirketlerinin ve bankaların Londra’daki operasyonlarını küçülterek Paris, Dublin ve Frankfurt’a ağırlık vermeleri bekleniyor. Deutsche Bank’in Üst Yöneticisi John Cryan da yakın zamanda Londra’nın Brexit kararı ile finans merkezi olma özelliğinin azalabileceğini belirtti.
- Politik risk tırmanıyor
İngiltere ekonomisi belki de son yılların en belirsiz dönemecine
girmiş durumda. Yatırımcıların risk algısını artırabilecek
gelişmeler karşısında İngiltere’de ekonomi otoritelerinin
açıklamaları da piyasalardaki endişeyi gidermeye yetmiyor.
Referandum sonucunun açıklanmasının hemen ardından kameraların
karşısında geçen İngiltere Merkez Bankası Başkanı Mark Carney
gerekli enstrümanların olduğunu, piyasaya 250 milyar sterlin ek
likidite sağlanabileceğini söyledi. Buna rağmen İngiliz sterlininin
son 31 yılın en düşük seviyesini görmesinin önüne geçemedi.
Referandum sonrasında üç gün boyunca sessizliğini koruyan
İngiltere Maliye Bakanı George Osborne ise piyasaları
sakinleştirmek amacıyla haftanın ilk gününde, İngiliz ekonomisinin
dirençli ve güçlü olduğunu söyledi. Bu konuşmaya rağmen İngiliz
sterlini ABD doları karşısında cuma günkü seviyesinin de altına
inerek yeni bir rekor daha kırdı.
Piyasanın Carney ve Osborne’un mesajlarına sınırlı tepki
vermesinin sebebi ise İngiltere’de siyaset arenasında Brexit’le
birlikte kartların yeniden karılmış olması. Üç yıl önce AB
referandumuna gidileceği sözünü vererek Pandora’nın kutusunu açan
İngiltere Başbakanı David Cameron referandum sonrasında ekim ayında
koltuğunu terk edeceğini açıkladı. Üstelik ana muhalefette de
Brexit kararı ile liderlik kazanı kaynamaya başladı. Sadece dokuz
ay önce İşçi Partisi’nin liderliğine seçilen Jeremy Corbyn
partisinin önde gelen isimleri tarafından AB kampanyasını isteksiz
bir şekilde yürütmekle suçlanıyor ve istifaya davet ediliyor.
Corbyn istifa etmeyeceğini söylese de İşçi Partisi’nin 25-28 Eylül
tarihlerinde yapacağı referandumda yeni adayların ortaya çıkması
muhtemel.
Öte yandan tek başına iktidardaki Muhafazakar Parti’nin
parlamento grubu da yeni genel başkanı ve başbakanı en geç 2
Eylül’de belirlemeyi öngören teklif hazırladı.
- Bütçe dengesi için kemer sıkılacak
İngiltere'de Brexit kararıyla birlikte bütçe dengesinin
sağlanması için 2020 yılına kadar yapılan planlarda da değişikliğe
gidilmesi gerekecek.
Merkezi Londra'da bulunan Mali Çalışmalar Enstitüsü de (IFS) daha önce İngiltere'nin AB'den ayrılması durumunda, iki yıl boyunca bazı yeni kemer sıkma tedbirleri uygulamak zorunda kalabileceği uyarısında bulunmuştu. IFS açıklamasında, İngiltere'nin AB'den ayrılmasının, 2019-2020 dönemine kadar kamu finansmanına yaklaşık 20 ila 40 milyar sterlin maliyetinin olabileceği, bunun da bazı ek kesintilerle giderilebileceği vurgulanmıştı.
İngiltere’de referandum öncesinde bile Muhafazakar Parti'nin kemer sıkma politikaları binlerce kişi tarafından sıklıkla protesto ediliyordu. Ülke ekonomisinde büyümenin azalması, enflasyonun artması, vergilerin yükseltilerek sosyal yardımların azaltılması ve işsizliğin tırmanması durumunda büyük çaplı protestoların yeniden gündeme gelmesi olası görünüyor.
- Brüksel ile müzakereler uzun yıllar sürebilir
İngiltere’nin AB’den ayrılması yönünde kampanya yürütenlerin
savlarından birisi, İngiltere’nin AB ile Kanada benzeri bir ticaret
anlaşması yaparak ilişkilerini devam ettirebileceği yönündeydi. Öte
yandan Kanada’nın AB ile toplam ticareti İngiltere’ye kıyasla çok
daha küçük ölçekli. Kanada, 2014 verilerine göre, AB’nin sadece 12.
en önemli ticaret ortağı durumunda.
İngiltere ise 2014 yılında ihracatının yüzde 44,6'sını AB
ülkelerine yaparken ithalatının yüzde 53,2'sini yine AB
ülkelerinden gerçekleştiriyor.
İş dünyasının en büyük çatı kuruluşu Britanya Endüstri
Konfederasyonu'nun (CBI) araştırmasına göre, İngiltere'nin AB
üyeliği, 500 milyon civarında nüfusa sahip, 16,6 trilyon dolarlık
bir pazara doğrudan giriş yapmasını sağlıyor. Bu yüzden AB
üyeliğinin İngiltere'ye ekonomik faydasının, yıllık ortalama 62 ila
78 milyar sterlin seviyesinde olduğu tahmin ediliyor. Kısacası
İngiltere’nin ortak pazarın dışında kalması halinde servis ve
ürünlerinin ticaretini yapabilmesi, rekabetini koruyabilmesi
oldukça zorlaşacak.
Kanada ile AB arasındaki ticaret anlaşmasının müzakereleri yaklaşık 7 yıl sürdü ve 2014 yılının Aralık ayında tamamlanabildi. Bu örnek dikkate alındığında İngiltere ve Avrupa Birliği arasındaki müzakerelerin de uzun yıllar sürebileceğini söylemek mümkün.
Yorumlar