ANALİZ - Çin'in G20 'gösterisi' ve bazı gerçekler

- Çin G20 birliği dışındaki ülke liderlerini de davet etmek suretiyle, kalkınmışlığını ve bir dünya lideri olmaklığını ‘paylaşmayı’ planlıyor - Çin zirve dolayısıyla bir dünya lideri pozunda pembe bir tablo çizmeye hazırlanırken, küresel ekonominin kurallarını belirleyen ancak Çin’in bu alandaki işbirliğinden memnun olmayan Batılı ülkelerin, jeo-stratejik yapılanmasına yön verme uğraşındaki ABD’nin ve bölgesel barış ve güvenliğinin tehdit altında olduğu algısına sahip ASEAN’ın karşı çıkışlarına maruz kalacağına kuşku yok

Google Haberlere Abone ol
ANALİZ - Çin'in G20 'gösterisi' ve bazı gerçekler

CAKARTA (AA) - Mehmet Özay - Bu yılki G20 toplantılarına Çin ev sahipliği yapıyor. 4-5 Eylül tarihlerinde Çin’in doğusunda tarihi bir şehir olan Hangzhou’da gerçekleştirilecek zirvenin, tıpkı öncekiler gibi, aslında zirve öncesinde teknokratların ve uzmanların aldığı kararların onanması şeklinde geçeceğini söylemek mümkün. Çünkü G-20 çerçevesinde maliye, enerji gibi bakanlıklar ile merkez bankası başkanlarının toplantıları pek gündemde yer işgal etmese de, belirleyici olanların bu toplantılar olduğu biliniyor. Buna ilâve olarak B20, L20, T20, W20 gibi birliklerin G20 politikalarının oluşturulmasına katkısından da söz ediliyor. Dünya ekonomisinin ‘en büyükleri’ olarak adlandırılan ülkeleri yıl içerisinde periyodik olarak bir araya getiren bu toplantılarda, küresel ekonominin içinde bulunduğu durum ve geleceği konusunda politikalar üretiliyor. Bununla birlikte 2009, 2010 yıllarında olduğu gibi, zirve bazı yıllarda iki defa gerçekleştiriliyor. Birliği oluşturan 19 ülkenin yanı sıra, Avrupa Birliği’ni de zikretmek gerekir. Sekreteryası bulunmayan birlik, periyodik olarak değişen ev sahibi ülkenin maharetiyle organize ediliyor.

- Küresel ekonomide belirleyicilik

G20’nin temel amacı, küresel ekonomiyi canlandıracağı varsayılan ticaret, yatırım, bankacılık, yenilikçilik ve istihdam sektörlerinde küresel yasalar tasarlamak ve bunların uygulanmasında rehberlik yapmak. Bununla birlikte, katılımcı ülkelerin coğrafi ve sosyo-kültürel farklılıklarından hareketle, küresel ekonomide Batılı ülkelerin dışında bazı ülkelerin de rol aldığı gibi bir yanılsama ortaya çıkabilir. Aslında bu çeşitlilik, ülkelerin özellikle nüfusu ve bununla doğru orantılı tüketicilik kapasitesinin büyüklüğünün bir eseri. Bu nedenle, katılımcı üyelerin her birinin küresel ekonomi politikalarının belirlenmesi sürecine katkıda bulunduğu şüpheli. Aralarında Brezilya, Endonezya, Hindistan gibi ‘geri kalmışlıkla gelişmekte olmaklık’ arasında yer alan ülkelerin de bulunduğu dikkate alındığında, temelde ekonomik büyüklük ile küresel ekonomi politikalarına yön verme arasında bir fark olduğu görülüyor. Söz konusu zirve, ev sahibi ülke kadar, katılımcı ülke bürokrasisinin koltuk altına sıkıştırılmış dosyalarını küresel aktörlerle paylaşma zemini de hazırlıyor.

G20 adıyla gerçekleşen toplantılar 1999 yılında başladı. Bu durum, aslında o döneme kadar dünya ekonomisinin gidişatında belirleyici olmak adına girişimler yapılmadığı anlamına gelmiyor elbette. Aksine IMF, Dünya Bankası gibi uluslararası birlikler ile ABD ve AB bağlamında yürütülen çabaların küresel bir yapılanma kazanmasında, sadece Asya Krizi’ni bahane etmek mümkün değil. Örneğin benzer dönemde, yani 2001’de, Çin’in Dünya Ticaret Örgütü’ne (DTÖ) kabulüyle, sahip oldukları nüfus hacimleriyle neo-liberal ekonominin uygulayıcısı olmaya hazır ülkelerdeki gelişmeleri de hesaba katmak gerekir.

- Çin’in ekonomideki korumacılığı ve karşı çıkışlar

Zirvenin, bir süredir ABD ve AB ile ekonomi alanındaki düzenlemelerle ilgili anlaşmazlıklar yaşayan ve bu nedenle serbest ticareti ilke edinen (DTÖ) kıstaslarına uyması için baskıya maruz kalan Çin’de yapılacak olması önemli. Anlaşmazlığın önemli bir alanını, Çin ekonomisinin devlet teşekkülleri eliyle yürütülüyor olması ve Çin iç piyasasının Batılı şirketlere ‘fair-play’ kurallarına uymayacak şekilde kapalı olması teşkil ediyor. Bu durum devlet müdahaleciliğini gündeme getirdiğinden, klasik liberal ekonominin oyun kurallarının dışına çıkılmış kabul ediliyor. Çift rakamlı büyüme dönemini geride bırakan Çin, ekonomide şu veya bu ölçüde korumacılığa yönelirken, Batılı ülke liderleri ve ekonomi uzmanları Çin’in DTÖ’ye verdiği sözleri yerine getirmesinde ısrarlı.

Çin’in yatırımlar konusunda da sıkıntılar yaşandığı biliniyor. Özellikle Alman şirketlerinin Çin’de karşı karşıya kaldığı zorluk Merkel tarafından gündeme taşınıyor ve zirvede de görüşülecek konular arasında bulunuyor. Öyle ki, Çin devlet teşekkülleri Avrupa ve Avustralya’ya açılım yaparken, benzer bir durumun Çin’de gerçekleşmesinin önünü alacak ‘korumacılık’ yasaları geliştiriyor. Bu çerçevede, son dönemde Avustralya ve İngiltere’nin Çin şirketlerinin yatırımlarını engelleme çabası da bunun bir sonucu. Çin özellikle son çeyrek asırda elde ettiği ekonomik büyüme eğilimlerinin doğurduğu bir tür ‘öz-güvenle’ hareket ediyor. Ancak bu ekonomik kalkınma sürecinde liberal politikaların dışında bir yol izlemediği dikkate alındığında, Çin dönüp dolaşıp Batı ekonomisinin kıstaslarına uymak zorunda kalacaktır. Aksi halde, uluslararası çevrelerin Çin’i ‘piyasa ekonomisi’ne dahil etmeme tehdidinin doğurabileceği sıkıntılardan bahsetmek mümkün. Kaldı ki zirveden sadece birkaç gün önce yapılan görüşmelerde, AB-Çin kapsamlı yatırım anlaşmasının 2017 yılında imzalanması da gündeme geldi.

- Güvenlik olmadan ekonomik gelişme olmaz

Küresel ekonomiyi ilgilendiren alanların yanı sıra, bu alanların sağlıklı işlerliği için vazgeçilmez olan bölgesel ve küresel güvenlik konusu da zirvede birincil görüşme alanlarından biri olacak. Bu bağlamda ilk akla gelen husus, zirvenin yapılacağı ülke olan Çin’in Doğu ve Güney Çin Denizleri üzerindeki egemenlik iddiaları ile Kore Yarımadası’ndaki gelişmeler. Çin’in bu iddialarına karşılık, Uluslararası Tahkim Mahkemesi geçen Temmuz ayında Çin aleyhine karar verse de konuyla ilgili tartışmalar hâlâ sürüyor. İddialarını tarihi bağlama oturtan Çin, şu ana kadar geri adım atmış değil. Bu nedenle Çin’in iddialarının, bölge ülkeleri kadar Batılı ülkeler için de deniz ticaretinin seyir ve güvenliği açısından sorun teşkil ettiği yolundaki açıklamalar, bir süredir gündemde yer işgal etmeye devam ediyor. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry zirveden birkaç gün önceki Hindistan ziyareti sırasında, Güney Çin Denizi anlaşmazlığında karşı karşıya gelen Çin ve Filipinleri, konuyu barışçıl yollarla halletmeye davet etti. Aslında bu sorun, komşu ülkeler arasındaki bir anlaşmazlık halini epey aşıyor. Doğu ve Güney Çin denizlerinin yeni bir küresel ‘çatışma’ alanı olarak belirmesi ve ABD’nin ‘Asya Yüzyılı’ konsepti çerçevesinde Trans-pasifik İşbirliği Anlaşması’nı gündeme getirmesi de bu bağlamda değerlendirilmeli.

Bu çatışma alanlarına rağmen Çin hükümeti zirveyi bir tür başarıya çevirmenin hesabını yapıyor. Bu amaçla G20 birliği dışındaki ülke liderlerini de davet etmek suretiyle, Çin’in kalkınmışlığını ve bir dünya lideri olmaklığını ‘paylaşmayı’ planlıyor. Çin zirve dolayısıyla bir dünya lideri pozunda pembe bir tablo çizmeye hazırlanırken, küresel ekonominin kurallarını belirleyen ancak Çin’in bu alandaki işbirliğinden memnun olmayan Batılı ülkelerin, jeo-stratejik yapılanmasına yön verme uğraşındaki ABD’nin ve bölgesel barış ve güvenliğinin tehdit altında olduğu algısına sahip ASEAN’ın karşı çıkışlarına maruz kalacağına kuşku yok.

Yorumlar