TÜSİAD Başkanı’ndan demokrasi ve kuvvetler ayrılığı vurgusu
Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Başkanı Muharrem Yılmaz, yükselen ekonomilerin yönetimlerini çoğunlukçu demokrasi anlayışından kaçınmaya; kuvvetler ayrılığına riayet etmeye çağırdı.
Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Başkanı
Muharrem Yılmaz, yükselen ekonomilerin yönetimlerini çoğunlukçu
demokrasi anlayışından kaçınmaya; kuvvetler ayrılığına riayet
etmeye çağırdı.
Yılmaz, “2008 krizi nedeniyle otoriter rejimlerin çabuk ve kesin
karar verebilme becerilerinin kitlelere cazip geldiği bir vakıa. Ne
var ki tarihsel deneyim son tahlilde demokrasilerin uzun vadeli
sorunları çözme konusunda çok daha başarılı bir performans sicili
olduğunu da gösteriyor.“ dedi.
TÜSİAD Görüş dergisinin Aralık sayısı çıktı. Sayıda Brookings
Enstitüsü’nden Ted Piccone ve Ashley Miller’ın; Northwestern
Üniversitesi’nden Prof. Dr. Robert J. Gordon’ın; Sabancı
Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi’nden Prof. Dr. Fuat
Keyman ve Onur Sazak’ın yazılarına yer verildi. Ekonomi, siyaset
ile eğitim konularına değinildi.
Görüş için bir yazı kaleme alan TÜSİAD Başkanı Muharrem Yılmaz,
yükselen ülkelere ekonomik ve siyasi uyarılarda bulundu. Muharrem
Yılmaz, Brezilya, Rusya, Çin, Hindistan ve Güney Afrika’dan oluşan
BRICS ülkelerinin ekonomide önemli ilerlemeler elde ettiğini
vurguladı. Bu ülkelerin büyük bölümünün ekonomilerinde ciddi
kırılganlıklar görüldüğünü aktaran Yılmaz, “Kırılganlıkların
aşılması için siyaseten güç, köklü reformlar yapılması gerektiği
ortaya çıktı.” ifadesini kullandı.
BRICS ülkelerinin ileride öneminin artacağını belirten Yılmaz,
sözlerine şöyle devam etti:
“BRICS ülkeleri ile ilgili sorun, dünya sisteminde ne ölçüde bir
ağırlıkları olacakları ve güçlendiklerinde ne gibi bir yapı içinde
tavır almayı tercih edecekleri. Dünya ekonomisinin kurumları İkinci
Dünya Savaşı’ndan sonra ABD tarafından tasarlanmıştı. Kurumların
kurallarında ve sorunlara bakışlarında başta ABD ve Avrupa
belirleyiciydi. Yükselen piyasalar diye tanımlanan ülkeler, bu
kuralları ve kurumsal çerçeveyi tümden reddetmeseler de kimi
itirazlarını uzun süredir gündemde tutuyor. Bir yandan kuralların
kendi çıkarlarına daha duyarlı olmasını talep ediyorlar, diğer
yandan uluslararası çok taraflı kurumlar içerisinde güç dağılımının
kendilerini daha fazla dikkate alarak yapılmasından yana tavır
alıyorlar. Bu bağlamda Dünya Bankası, IMF gibi önde gelen
kurumların başkanlarının da yalnızca Batı ülkelerinden seçilmesine
karşı çıkıyorlar. 2008 krizinin ardından G-7’nin ağırlığının
azalması ve onun yerine G-20’nin, daha fazla sayıda paydaşın dünya
ekonomisi ile ilgili söz söyleyebileceği bir platform haline
gelmesine de destek veriyorlar. Şimdilik kurumsal kapasiteleri yeni
kurallar belirlemeye yetmese bile dünya ekonomik sisteminin
işleyişinde görüşlerinin önemsenmesini bu şekilde sağlıyorlar.
Yükselen piyasaların dünya ekonomisindeki paylarının artması
önümüzdeki dönemde de sürecek. Ne var ki hemen hepsini bekleyen
belli tuzaklar var. Orta gelir tuzağı bunlardan birisi. Gelirlerini
belirli bir seviyeye yükselttikten sonra yapılması gereken yapısal
reformlar siyasi açıdan hepsini zorluyor. Nitekim kriz dönemindeki
yüksek performans sürmedi. Geçtiğimiz yıl yükselen piyasaların
büyüme hızı düştü. Amerikan Merkez Bankası’nın gevşek para
politikasından vazgeçme ihtimali Türkiye’nin de dâhil olduğu hemen
tüm yükselen piyasalarda sıkıntı yarattı. Sonuçta yükselen
piyasaların henüz yalnız kendi dinamikleri ile büyüme motorlarını
çalıştıramadıkları; küresel finans piyasalarına ve gelişmiş
ülkelerdeki özellikle de ABD’deki para politikalarına hayli duyarlı
oldukları anlaşıldı.“
Yılmaz, yükselen piyasalara ekonomilerini daha fazla katma değer
üretecek şekilde yapılandırmayı önerdi. Yapılandırmanın siyasi
zorluklar gerektirdiği için bugüne dek ertelendiğinden yakındı.
TÜSİAD Başkanı Yılmaz, ekonomik kalkınma ile demokratikleşme
arasında doğrudan bir bağ olmadığını dile getirirken, şunları
söyledi:
“Dünyanın en hızlı büyüyen ülkesi Çin giderek genişleyen orta
sınıfına rağmen demokratik olmaktan çok uzak bir düzenle
yönetiliyor. Büyük lideri Mandela’yı son yolculuğuna uğurlayan
Güney Afrika’da demokrasi konusunda sıkıntılar yaşanıyor. Rusya
giderek daha otoriter bir anlayışla yönetiliyor. Hindistan
demokrasisi sarsıntılar yaşıyor. Buna karşılık hemen tüm ülkelerde
rejimleri ne olursa olsun, orta sınıflar daha şeffaf, hesap veren
ve hukukun üstünlüğüne saygılı yönetim talepleri ile sokağa
dökülüyor.
Bir örneğini Türkiye’deki Gezi Parkı olaylarında da gördüğümüz gibi
demokrasi çerçevesi seçimler kadar vatandaşların kararlara katılma
imkanları ile de ölçülüyor. Fuat Keyman’ın ‘sınırlı demokrasi
tuzağı’ diye adlandırdığı sorun hemen tüm yükselen piyasalarda bir
şekilde kendisini gösteriyor. Bu tuzağa düşülmemesi için
yönetimlerin çoğunlukçu demokrasi anlayışının cazibesine
kapılmaması kadar, kuvvetler ayrılığına mutlak surette riayet
edilmesi ve vatandaşların katılım taleplerine duyarlı olunması
gerekiyor. Yaşanan küresel kriz nedeniyle otoriter rejimlerin çabuk
ve kesin karar verebilme becerilerinin kitlelere cazip geldiği bir
vakıa. Ne var ki tarihsel deneyim son tahlilde demokrasilerin uzun
vadeli sorunları çözme konusunda çok daha başarılı bir performans
sicili olduğunu da gösteriyor.”
CİHAN
Yorumlar