ABD ve Rusya'nın PYD rekabeti

Türkiye beraberce kurmayı talep ettiği, fakat uluslararası koalisyondan bir türlü destek alamadığı güvenli bölgeyi resmen oluşturdu.

Google Haberlere Abone ol
ABD ve Rusya'nın PYD rekabeti

Fırat Kalkanı operasyonun başarıyla sonuçlandığının Başbakan Binali Yıldırım tarafından ilan edildiği günlerde, bütün dikkatler yine Suriye’nin kuzeyine çevrilmiş durumda. Türkiye beraberce kurmayı talep ettiği, fakat uluslararası koalisyondan bir türlü destek alamadığı güvenli bölgeyi resmen oluşturdu. Güvenli bölge oluştururken siyaseti, diplomasiyi ve askeri gücü bir arada kullanan Türkiye, bugün ikinci aşamaya geçmiş bulunuyor. DEAŞ’ı sınırlarından uzaklaştıran Türkiye, diğer terör örgütlerini de aynı şekilde uzaklaştırma hakkına sahip.

Günümüzde diğer devletlerin yaptıkları eylemlere de bakıldığında görülüyor ki her ülke kendisini tehdit eden terör örgütlerine karşı, sınır tanımaksızın müdahale hakkını saklı tutuyor. Bu hak ABD ve Rusya başta olmak üzere bir çok ülkenin anayasasına da girmiş durumda. Türkiye meclisin kararıyla sınırları dışında askeri güç kullanabiliyor. Fırat Kalkanı operasyonu bunun başarılı örneklerinden biri. Fakat yeterli mi?

Suriye’de devam iç savaşın geldiği noktada, Türkiye’nin bin kilometreye yakın sınırı terör örgütlerine teslim edilmişti. Buna Irak’ın kuzeyini de eklediğimizde ortaya çıkan resimde, memleketin güneydoğu ve doğu sınırlarının da terör örgütlerin etkisine açık olduğu görülüyordu. Türkiye haklı olarak Suriye’nin kuzeyinde Batı’nın desteğiyle kurulmakta olan terör devletine de müdahale edebilir. Fakat bu müdahale nedeniyle Batı ile karşı karşıya geldiğinde, sahada Rusya’nın ortaya çıkması işleri hayli karıştırdı.

Devrime ilk baltayı vuran da PYD/PKK

Rusya Türkiye ile ortak çabalarla başlayan Astana sürecini baltalayarak PYD’ye destek oldu. Afrin’e Rusların konuşlanması, Münbiç kırsalında PYD’nin Ruslarla anlaşarak bazı köyleri Esed’e devretmesi Türkiye’yi rahatsız etse de, bundan asıl rahatsızlık duyan ÖSO olmuştur. Kobani olayları öncesinde PYD/YPG kuvvetlerini oluşturduğunda ilk saldırdığı hedef ÖSO idi. ÖSO’yu sürekli “çete” olarak tanımlayan PYD, ÖSO’nun özgürleştirdiği yerleşim birimlerine PKK’nın yardımıyla saldırarak oraları kontrol altına almıştı. Bu süreçte ilk yardımı Esed rejiminden alan YPG güçleri, DEAŞ ortada yokken muhaliflere karşı güç kullanmıştı. İslami tabanı olan Arap ve Türkmen güçlerinin tamamını da çete ilan etmişti.

Devrime ilk baltayı vuran da PYD/PKK idi. Fakat Esed rejimiyle ilişkilerini kamufle eden PYD’ye muhalifler tarafından müdahale edilmedi. Özgürlük ve demokrasi için direnen ÖSO güçleri birinci hedef olarak Esed rejimini görmekteydiler. Hatta Salih Müslim o dönem Türkiye’de ve dünyada Esed rejimine muhalif olduklarını iddia ediyordu. Devrimin başında hak ve özgürlükler için savaşıyoruz diyen PYD/YPG bugün resmen Arap bölgelerini işgal etmekte, yönettiği bölgelerde ise dikta rejimi uygulamaktadır. İslami hassasiyetleri güçlü olan Kürtler ve Araplar “DEAŞ” ya da “çete” yaftası vurularak PYD’nın kontrol ettiği bölgelerden sürüldü, mal varlıklarına el konuldu ve evleri de PKK’nın hücre evleri haline getirildi. Bölgesel yönetim adı altında oluşturulan köy, ilçe ve şehir yönetimlerini halkın seçtiği iddia edilen Rojava’da, bu meclislerin kontrolünün PKK tarafından atanmış dağ kadrosunda olduğu medyada yer bulmuyor. Zahirde bir ‘halk yönetimi’ algısı oluşturulurken gerçek yönetim, bu ‘sivil’ meclis başkanlarının arkasında gölge gibi saklanan yeşil askeri üniformalı PKK’lı teröristlere ait.

Batı Baas rejimini değiştirirken PKK’nın ‘komünist’ diktasını destekliyor. Batı (özellikle de ABD), bir yandan SSCB’nin dağılmasını geçen yüz yılın demokrasi zaferlerinin en büyüğü olarak kabul ederken ve bununla övünürken, bugün Ortadoğu’da Baas rejimlerini yıkmak için yaptığı müdahalelerle Türkiye sınırında niçin yeni bir “komünist” diktatörlüğü destekliyor sorusu esaslı bir soru, fakat bu yazının konusu değil.

Rusya ve ABD teröristleri elde tutmak için mi yarışıyor?

Suriye’nin kuzeyinde suni olarak kurulmuş bir terör bölgesi olan Kuzey Suriye Federasyonu/Rojava, aslında Suriye devleti başta olmak üzere Rusya ve Türkiye için de sorun. Bölge, Türkiye’yi doğrudan tehdit eden PKK gibi ayrılıkçı terörist örgütlere sığınak ve lojistik destek sağlayan bir alan haline gelmiş durumda. Rusya için ise DEAŞ’tan sonra Suriye’de en büyük soruna sebep olacak bu yapılanma, Suriye’nin bütünlüğünü savunan Rusya’ya karşı direnebilecek tek örgüt olacak. ABD başta olmak üzere Batı’ya sırtını dayayan PYD/PKK, bugünlerde Rusya ve Esed’i oyalasa da, asıl niyetinin bağımsız bir devlet kurmak olduğunu her fırsatta dışa vuruyor.

Kuzey Suriye Federasyonu’nu ilan etmeden önce ‘başkent’ arayışında olan PYD, Suriye topraklarının derinlerinde, Türkiye’nin müdahale etmeyeceği uzaklıkta bir şehri belirlemeye çalışıyordu. Haseke şehrini Esed rejiminden tamamen koparmak için attığı adımlar sıcak çatışmaya sebep olmuştu. Esed rejimi ise YPG’ye karşı hava güçlerini kullanmıştı. Rusya ve İran’ı karşısına almamak için Haseke’den vazgeçmiş gibi görünen PYD gözünü Rakka’ya çevirmiş durumda. DEAŞ’ın elinden alınacak olan Rakka, başka bir terör örgütün başkenti olma ihtimalini taşıyor. Rakka’yı elde ettikleri zaman Suriye’nin petrol ve su rezervlerin büyük kısmını kontrol altına alacak olan PYD, Suriye’nin üçte bir kadar bir toprağa da sahip olacak. AB’nin ve ABD’nin verdiği askeri yardımlarla güçlenen örgüt, ‘devletleşme’ sürecini da tamamlamış olacak. Yani Rakka’dan sonra Suriye topraklarında fiilen Batı’nın kabul ettiği ve desteklediği bir terör örgütün devleti kurulmuş olacak.

Rusya, PYD'nin oyununun farkında

ABD ve AB Suriye’de, Rusya’nın Gürcistan’da uyguladığı işgal politikasını uygulamış olacak. Rusya nasıl Güney Osetya ve Abhazya için tek taraflı tanıma işlemiyle işgali resmileştirmeye gittiyse, ABD ve AB de bunu Suriye’de yapıyor. Rusya bu oyunun farkında ve Kürtlere alternatif olarak geniş bir özerklik teklif ediyor. Rusya’nın teklifi, kendi federasyonunda Tatarlara, Çeçenlere veya diğer etnik gruplara verdiği hakla benzeşiyor. Tabii ki Rusya’da bu özerkliğin kalıcılığı federal merkeze bağlı. Rusya’da 2000’lerin başında federatif bölgeleri birleştirerek üniter devlete dönüşme denemeleri yaşanmıştı. Üniterleşme konusu Kafkasya’nın birçok kavminin kaygısı olmaya bugün de devam ediyor. Kısacası Rusya Kürtlere, Suriye devletinin bütünlüğünün korunduğu eski sistemin bir parçası olmayı teklif ediyor. Bunu da dış kaplaması güzel, fakat içi çürük bir şeker gibi sunmakta.

PYD’nin bu şekerin içinden ne kadar haberdar olduğu bilinmiyor ama Rusya’yı ve Esed rejimini kritik dönemlerdeki bazı adımlarıyla uyutmayı başardığı ortada. Özellikle Afrin ve Münbiç’te Ruslara sağlanan hareket rahatlığı, Trump yönetimin nihai kararına kadar onları oyalamak ve Türkiye’nin ilerlemesine engel olmak için atılan adımlar. Rusya’nın bu kadar saf olduğu ve bunu görmediği düşünülmez. Rusya PYD’nin bu oyunun farkında ama var olan durumda daha fazlasını yapamıyor.

Askeri üstünlük için kara gücü gerekli

Suriye iç savaşında başarı elde etmek için sadece hava üstünlüğünün yeterli olmadığını savaşın seyri göstermiştir. Rusya hava üstünlüğü olmasına rağmen Halep'i alamamıştır. Palmira’yı aldıktan sonra kaybetmiş ve daha sonra kendi askerlerini da kara harekatında kullanarak DEAŞ’tan geri almayı becerebilmiştir. Sonuçta Suriye savaşında başarılı olmak için siyasi güç, kara harekatı için askeri varlık ve hava üstünlüğü ihtiyacı var.

Rusya siyasi güç ve hava üstünlüğü sağlarken sahada İran’a muhtaçtır. Halep anlaşması döneminde Rusların da kabul ettiği gibi İran Rusya ile ters düşmüştü. Hatta Rus medyasında çıkan haberlerde, Rusların İran’ın milislerini sabotaja kalkıştıklarında güç kullanmakla tehdit ettiği yazılmıştı. Esed rejiminin kara gücünü kontrol ettiği bölgeleri elinde tutmak için bile yetersiz olduğu, Palmira’nın düşüşüyle ve muhaliflerin Hama ve Şam kırsalı operasyonlarıyla ortaya çıkmıştır. Rusya Suriye’de siyasi kazanımlarını elinde tutmak için kara gücüne ihtiyaç duymaktadır. Rusya ‘Afganistan sendromu’ dediğimiz korkusu yüzünden, Suriye’de geniş çaplı bir kara harekatı yapmamaktadır. 2018 seçimleri ve Ukrayna sürecinde maruz kaldığı ekonomi yaptırımlar sonucunda zorda kalan Rusya, bugün kendi askerlerini Suriye’ye sürmekten çekinmektedir. Fakat Rusya’nın sahada kendine bağlı kara kuvvetlerine olan ihtiyacı her geçen gün daha da arttığı için, Kürtlerin bir kısmını da olsa kendi tarafına çekme çabaları devam edecektir.

Batı'nın tutumunu değiştirmesi muhtemel görünmüyor

Rusya’nın bir diğer meselesi ise ABD’nin Suriye’deki varlığını azaltmak veya tamamen sona erdirmektir. Bunun için Rusya Batı’nın terörist olarak görmediği PYD/YPG yapılanmasıyla diyalog kurmaya çabalıyor. ABD ve AB ise eğiterek, silah vererek desteklediği bir örgütü Rusların eline teslim etmemek için Türkiye’yi bile gözden çıkarmış gibi görünüyor. Özellikle AB’nin Erdoğan korkusu bu desteği güçlendiriyor. Fırat Kalkanı ile bağımsız adım atabildiğini ispatlayan Türkiye’ye karşı bir enstrüman olarak da gördükleri PYD/PKK terör örgütünden vazgeçmeyen Batı, Rusya’nın ve Türkiye’nin itirazlarına da aldırış etmiyor. Trump’ın İslamofobik kararları ve AB’de hızla yaygınlaşan aşırı sağın göçmen korkusu, Batı’nın bu duruşunda bir değişim olmayacağını gösteriyor. Batı’nın İslamofobisi onu ‘komünist’ teröre destek vermeye kadar götürmüştür ve bu değişecek gibi görünmüyor.

“ABD ve Rusya bir terör örgütü için mi yarışıyor” sorusuna cevap aradığımızda, kuzey Suriye’de teröre karşı mücadele verdiklerini savunan bu güçlerin, an itibarıyla bir terör örgütünü kontrol edebilmek için yarışa girdiğini gözlemlemekteyiz. Fakat Türkiye için bu yarışın eksileri olduğu gibi artıları da var.

İlan edilmemiş savaş

Rusya ve ABD’nin öncülüğünde Batı, Rakka savaşında DEAŞ’a karşı savaşmaktansa Suriye’de üstünlük elde etme yarışına girecektir. Dünya devleri Suriye iç savaşını vekalet savaşı taktikleriyle Suriye’nin iç meselesi olmaktan çoktan çıkarmış bulunuyorlar. Bir nevi yeni dünya savaşına dönen Suriye savaşının yanı sıra Irak ve Ukrayna sorunuyla Rusya, ABD ve AB resmen ilan edilmemiş bir savaşı yaşamakta. Ortadoğu cephesi olarak adlandırılabilecek Suriye savaşında, Rusya sahada Esed’e ve İran’a teslim olmuş durumunda.

Bu durum Rusya’nın her an oyunun dışında kalması riskini taşımakta. Çünkü İran Irak’ta ABD ile birçok konuda ortak hareket etmektedir ve ABD’nin, AB’nin tekliflerine açıktır. Batı’nın bir gün Rusya’dan İran’ı koparma riski de yüksek. Diğer taraftan Esed ve İran’ın arkasına takılıp bir Şii-Sünni savaşının içine girme ihtimali Rusya’yı hayli korkutmakta. Savaşa dahil olan muhaliflerin hiçbir şekilde Rusya ile sahada işbirliği yapma ihtimali olmadığı göz önüne alındığında, Rusya’nın Kürtlere sarılması, ‘komünist’ olsa bile Sünni güçlerle yakınlaşma çabası olarak okunabilir. Astana sürecini başlatırken de Rusya aynı mantıkla davranmış ve Sünnilere “Ben barış sağlayıcı bir gücüm" mesajı vermeye çalışmıştı. Halep’te yaptığı bombardıman ve katliamlara bakıldığında bu mesaj saçma gelse de, Rusya kendisini böyle görüyor ve bu uydurma imaja Rus devletinin liderleri de inanıyor.

Türkiye'nin olmadığı çözüm mümkün değil

Sonuçta Türkiye bölgedeki terörü bitirme çabasındayken, Suriye savaşına dahil olan küresel güçlerin terör kaygısı asgaridir. ABD, AB ve Rusya’nın Suriye’de çeşitli vekaletlerle kendi aralarında savaşmakta olduğu artık gizlenemiyor. Bu güçlerin orada var olmasına sebep oldukları için, Suriye’deki çıkar savaşı bitmeden DEAŞ ve el-Nusra gibi terör örgütlerinin yok edilmesi mümkün değil. Rusya 2018 seçimlerine kadar, radikal İslamcı olarak anılan güçlerin dışında sahadaki bütün güçlerle görüşecek ve kendine müttefik güçler arayacaktır. Tabii ki bu arayışta asıl kaygı, bu güçlerin Esed rejimin yanında yine DEAŞ ve el-Nusra gibi örgütlerle savaşması olacaktır.

ABD’nin desteği ile kurulan Kuzey Suriye Federasyonu/Rojava yapılanması ile Batı’nın Ortadoğu’ya demokrasi aşılama hayali bir mutasyonla sonuçlandı: Suriye’de bu demokrasi ‘komünist’ bir diktaya dönüşürken Irak’ta Sünni-Şii çatışmasıyla kaosa neden oldu. Sonuçta yerel dinamikleri dikkate almadan kendi çıkarlarını dayatan Batı’nın ‘Arap baharı’ sürecinde demokrasi yayma misyonunda büyük başarısızlığa uğradığını tespit edebiliriz. Dünyayı demokratikleştirme işini eline yüzüne bulaştıran Batı’nın artık bu misyonun altında kaldığı aşikardır.

Rusya ve ABD bir terör örgütünü elde etme yarışına girmişken Türkiye’yi hafife alıyor gibiler. Ama sonuçta bölgede Türkiye’nin olmadığı çözüm mümkün değil. Türkiye hem Rusya’ya hem de ABD’ye terör örgütleri ile işbirliği yaparak kazanç elde edemeyeceklerini anlatıyor. Türkiye Suriye’de yaşanan küresel çatışmada haklı olduğu konuları savunurken bağımsız siyaset üretmekle başarı elde edecektir. Sonuçta PYD/YPG terör örgütü bir koz değildir. Bunu ABD algılamıyorsa Rusya algılayabilir.

Yorumlar