Eğitim-Bir-Sen Manisa Şube Başkanı Mesut Öner:

Eğitim-Bir-Sen Manisa Şube Başkanı Mesut Öner, "Asli görevi; bireylere başarılı bir yaşam için gerekli eğitimi, onun karakter ve zihin yapısına en uygun şekilde vermek; bilimsel bilgi, teknoloji ve sanatsal üretime yönelik araştırmalar...

Google Haberlere Abone ol
Eğitim-Bir-Sen Manisa Şube Başkanı Mesut Öner:

Eğitim-Bir-Sen Manisa Şube Başkanı Mesut Öner, "Asli görevi; bireylere başarılı bir yaşam için gerekli eğitimi, onun karakter ve zihin yapısına en uygun şekilde vermek; bilimsel bilgi, teknoloji ve sanatsal üretime yönelik araştırmalar ve yayınlar yapmak, yaptırmak ve nitelikli bilim insanı yetiştirmek olan üniversitelerin özerklik perdesi arkasından keyfi uygulamalara dayalı kararlar alması ve uygulamalar yapması kabul edilemez" dedi.

Eğitim-Bir-Sen Manisa Şube Başkanı Mesut Öner, yükseköğrenim ve üniversitelerin yapısıyla ilgili açıklamalarda bulundu. Yükseköğretim ve yükseköğretimin niteliği, derin sosyo-ekonomik ve toplumsal dönüşümlerin yaşandığı son 30 yıllık dönem sonrasında tüm dünyada yeniden sorgulanmakta olduğunu söyleyen Öner, “Yükseköğretimde reform yapılmasının gerekliliği konusunda toplumun tüm kesimleri arasında uzlaşma olmasına karşın reformun nasıl olması gerektiği konusunda bugüne kadar bir uzlaşma sağlanamadığından yükseköğretim alanında köklü bir reform gerçekleşememiştir. Türkiye’de yükseköğretimin yapılandırılmasına ilişkin tartışmalar uzun yıllar sadece Yükseköğretim Kurulu’nun (YÖK) yapısı ve rektör seçimleriyle sınırlı kalmış ve yükseköğretimin asıl sorunları gündeme gelememiştir. Bunun en büyük sebebi, yükseköğretim geçmişimizin, siyasi hastalıklarımızın en çok nüksettiği alanlardan biri olmasıdır. Yükseköğretim yapılanmasının resmi sistem muhafızı olarak kurgulanması, bugün bu alanda yapılmaya çalışılan her değişikliğin siyasi sistem değişikliği gibi algılanmasına neden olmaktadır. İşte bu yüzdendir ki, yükseköğretim sisteminin reforme edilmesindeki ilk aşama, yükseköğretimin felsefesini ve mahiyetini yeniden tanımlayacak bir zihniyet değişikliği olmalıdır" dedi.

Yükseköğretim kurumlarının görevinin özgürce araştırma ve bilimsel çalışma için uygun ortam hazırlamak olduğunu belirten Öner, “Yükseköğretim kurumlarının görevleri; bireylere başarılı bir yaşam için gerekli eğitimi onun karakter ve zihin yapısına en uygun şekilde vermek; bilimsel bilgi, teknoloji ve sanatsal üretime yönelik araştırmalar ve yayınlar yapmak, yaptırmak ve nitelikli bilim insanı yetiştirmek; toplumsal ihtiyaçların giderilmesi bakımından gerek duyulan alanlarda kamu hizmeti üretmek, ülkenin bilimsel, kültürel, sanatsal, sosyal ve ekonomik yönlerden ilerlemesini ve gelişmesini ilgilendiren sorunlarını öğretim ve araştırma konusu yapmak, sonuçlarını toplumun yararına sunmak, ihtiyaçlara uygun meslek elemanlarının yetişmesine ve bilgilerinin gelişmesine katkıda bulunmak; özgürce araştırma ve bilimsel çalışma yapılması ve topluma sunulması için uygun ortam hazırlamak olmalıdır" diye konuştu.

"Doçentliğe yükselme süreci yeni bir bakış açısıyla yeniden ele alınmalıdır"

Türkiye’nin gelişmesi ile birlikte gün geçtikçe akademisyenlere olan ihtiyaç da arttığını ifade eden Öner, “Birçok ülkede akademisyenlik eğitimi için doktora öğrenimi ön şartlardan biri olarak kabul edilmektedir. Bundan dolayı doktora öğrenimi bilimin ilerlemesi ve yükseköğretimdeki eğitimin kalitesi açısından çok önemlidir. Ancak ülkemizde uygulanmakta olan mevcut doçentlik sürecinin, doçentlik öğreniminden ziyade yükselme sürecini ön planda tuttuğu; doçentliğin öğrenim boyutundan kopartılarak bir bürokratik yükselme/kadro alma sürecine yönlendirilmiş olduğu görülmektedir. Doçentliğe yükseltilme, her biri bir sonrakinin önkoşulu niteliğinde çeşitli aşamalardan oluşmaktadır. Dolayısıyla bu aşamalardan birindeki başarısızlık, süreci kesmekte ve adayın hukuki durumunu olumsuz etkilemektedir. Doçentlik başvuruları için belirlenen asgari ölçütler, sık sık değiştirilerek öngörülebilirliği engellediği gibi adayın mevcut öğrenim süreci ile akademik üretimi arasındaki dengeyi de tesis edememektedir. Akademik yaşam sürecindeki faaliyetlerin en ayrıntılı inceleme ve değerlendirilmesinin yapıldığı doçentlik sınavı; jüri belirleme, eser inceleme ve değerlendirilmesi, sözlü sınav aşaması gibi sınavın pek çok aşamasında ülkemizde keyfiliğin, kötü niyetin, kayırmacılığın ve hatta ideolojik çekişmelerin en fazla gün yüzüne çıktığı bir sınav sistemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Yükseköğretim hizmetinin kamu hizmeti niteliği taşıması ve yalnızca günümüzdeki nesilleri değil gelecek nesilleri de ilgilendirmesi, nitelikli, entelektüel öğretim elemanlarının belirlenmesini ve hakkaniyete uygun, eşitlikçi bir sınav sürecinin yürütülmesini zorunlu kılmaktadır. Bu kapsamda doçent adayının akademik ve mesleki çalışmalarını esas alan, bilimsel bilgi üretimini teşvik eden, akademik başarı ve çabayı ödüllendiren bir doçentlik süreci kurgulanmalıdır" dedi.

"Üniversitelerde idari personele hak ettiği önem verilmelidir"

Üniversitelerin beklenen amaca hizmet etmesi için idari personellere de önem verilmesi gerektiğini sözlerine ekleyen Öner, "İdari personel, üniversitenin bir makine gibi işleyişini ve devamlılığını sağlayan, yaşayan hafızasıdır. Rektörler, dekanlar, öğrenciler sürekli değişirken idari personel değişmez; yenilenen yönetimlerin ve uygulamaların yapı taşı olarak hizmetlerine devam eder. Laboratuarların hazırlanmasından, teknik işlerden ve onarımlardan tutun yazışmalara, sistemin devamlılığına, öğrenci kayıtlarından akademik kadroların takibine kadar idari personelin elinin değmediği alan ve konu yoktur. Ancak buna rağmen üniversitelerin olmazsa olmazlarından olan idari personel, ne yazık ki, hak ettiği saygınlığı görememektedir. Üniversitelerde idari yapılanma sağlam zeminlere oturtulmalı, idari personelin varlığı ve önemi bilinmelidir" diye konuştu.

Üniversitelerde idari yükselmelerin bir sisteme bağlanması gerektiğini vurgulayan Öner, “Üniversitelerde görevde yükselme sınavlarının yapılmaması, yapıldığı hallerde de mevzuatın keyfe keder yorumlanarak atamalarda eşitsizliğe neden olunması, kariyer ve liyakat ilkelerinin üniversite personel sistemi literatüründen fiilen kaldırılması sonucunu doğurmuştur. İdari personelin eş ve sağlık durumuna bağlı mazeretleri nedeniyle yer değişikliği yapamaması birçok sorunu beraberinde getirmekte; aile bütünlüğünün parçalanmasına, personelin motivasyonunun bozulmasına, çalışma barışının zedelenmesine ve iş veriminde azalmaya sebep olmaktadır. Yer değiştirme talebi olan ve muvafakat için kurumuyla sorun yaşayan personel keyfi uygulamalarla psikolojik baskı altına alınmaktadır. Görevde yükselme ve unvan değişikliği sürecine işlerlik kazandırılmalı; suistimallerin önlenebilmesi için görevde yükselmeye tabi tüm kadrolar merkezi olarak YÖK tarafından ilan edilerek yine merkezi olarak gerçekleştirilecek görevde yükselme sınav sonuçlarına göre söz konusu kadrolara atama yapılmalı; idari personele üniversiteler arasında yer değişikliği imkânı verilmelidir.

Üniversitelerde idari yükselmeler bir sisteme bağlanmalı. Kurumda çalışanlar bu yapıya göre kendisine kariyer planı oluşturabilmelidir. Üniversite personelinin görev yeri değişimi de kişilerin insiyatifine bırakılmamalıdır” dedi.

Yorumlar